Yoksulluk üreten büyüme

Ekonomide “büyüme” kavramı, ailesini günde beş-on ekmek ve bir tencere yemekle doyurmaya çalışan yoksulluk sınırı altındakilerin (yüzde 14,3); biraz daha üstte sürekli yoksulların (yüzde 14,6); biraz daha üstte hayatlarını maddi yoksunluk sınıfında tüketenlerin (yüzde 33) zihnine nasıl yansır?

Siyasi iktidarlar ekonomiyi büyüttük diye her şişindiklerinde milli hasıladan ceplerine “bir şeyler” gireceği ümidine mi kapılırlar? Yoksa, kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi, siyaset dahil kötüye kullanılan her gücün iyi olan her şeyi kovduğu bu ülkede, böyle “sanal” bir ümide kapılmanın salaklığını içgüdüsel de olsa hissettikleri için kafalarını bu tür meselelerle yormazlar mı?

Ekonomi sosyolojisinde bu konuya ilişkin araştırmaların yapıldığını sanmıyorum. Varsa da ben rastlamadım. Onun için meslek ve yaşam gözlemlerime dayalı bir cevap vermek gerekirse, yormazlar!

Biraz daha ileri giderek, yalnız toplumun bu kesimleri değil, gelir dağılımı hesaplarında yüzde 20’şer dilimler hâlinde sınıflandırılan toplam yüzde 60’lık kesimdekiler de, iktidarlara göre ekonomi durmadan büyürken, kendilerinin neden yerinde saydıklarını ya da küçülüp durduklarını sorgulamazlar.

Toplumun yüzde 80’i ekonomideki olumsuz durum ve gelişmelere duyarsız kalır, “kaderine” razı olur ve sadece sızlanır. Bir yolunu bulup hane halkı düzeyinde milli gelirin yaklaşık yarısını alan “en yüksek” yüzde 20’lik kesime “atlamanın” hayalleriyle avunur.

BÜYÜMENİN VAHŞİ PAYLAŞIMI

Oysa, Türkiye’de toplam 19 milyon 481 bin 678 hanede (TÜİK 2011) yaşayan nüfusun, “en yüksek gelirli” yüzde 20’si dışında kalan yüzde 80’lik dilim, hayallerle avunacağına gelir dağılımındaki vahşi kemikleşmeyi sorgulasa ve hesap sorsa, vahşi yapıyı koruyan bugünkü dahil bütün siyasi iktidarların uykusu kaçar!

Ne var ki, ülkede vahşi gelir adaletsizliğinin, yolsuzlukların, meşru üretim kazançları dışında, yolsuz zenginleşmelerin nedenini ve hesabını siyasi iktidarlardan, siyasetçilerden soracak bir “toplumsal bilinç kalitesi” gelişmediği, gelişmesi “cehalet duvarlarıyla” önlendiği için ne geçmişte ne şimdi ve muhtemelen ne gelecekte iktidarların uykusunu kaçıran merak ve demokratik tepkilere rastlanacak.

Hane halkı düzeyinde gelir paylaşımındaki ağır dengesizliğin sorumluluğunu sadece AKP iktidarının hanesine yazmak haksızlık olur. Geçen bütün iktidarlar yüzde 20’lik dilimleri arasında çok küçük oran farklarıyla sorumluluğa ortaktır. Ancak, mevcut iktidarın sorumluluğu 15 yılı bulan yönetim süresinde dengesizliği kemikleştiren politikaları nedeniyle öne çıkar.

Bu iktidar döneminde hane halkı kullanılabilir gelirinin paylaşımı 2005 yılından beri değişmedi. Devletin resmi verilerine göre halkın en düşük gelirli yüzde 20’sinin payı yüzde 6’da çakıldı. İkinci 20’lik dilim yüzde 10,6’yı, üçüncü dilim yüzde 15’i, dördüncü dilim yüzde 21’i aşamadı.En yüksek yüzde 20’nin payı ise her yıl anlamlı oranda artışla yüzde 50’ye doğru tırmanıyor ve ekonomi yönetimi bu yapıyı değiştirmek için kılını kıpırdatmadı.

HAFRİYAT EKONOMİSİ

Ekonominin büyüme altyapısındaki bozulma da sadece şimdiki iktidarın işi değil. Yapı, Turgut Özal tarzı “serbest piyasa ekonomisi” ideolojisinin Türkiye’nin sanayi dinamiğini yok etmesiyle bozuldu.

Aradaki iktidarlar esas olarak kendi yanlışlarıyla yarattıkları seri krizlerle bozulma sürecini hızlandırdılar. AKP’nin iktidara geldiği 2003 yılında ekonomiyi Türkiye’’nin siyasi ve bürokratik kadroları değil, IMF’nin, Dünya Bankası’nın memurları yönetiyordu!

Neo liberal ekonomik modeli bunlar kurdular, iktidarlara ve bürokrasiye bunlar uygulattılar. Sonrası, IMF-Dünya Bankası güdümlü yapının sürdürülmesinden ibaretti. AKP’nin ekonomi yönetimi de bu yapıya dokunmadı.

Sanayinin dışlandığı, küresel finans odaklarına bağımlı, tarımın tohumlarına kadar yabancı sermayeye teslim edildiği; kısa, orta, uzun erimli kalkınma planlamasının uyduruk kaydırık strateji belgeleriyle yozlaştırıldığı, bu nedenle nereye sürüklendiğini kimsenin bilemediği bu ekonomide büyüme ancak inşaat, hafriyatla mümkün hâle geldi.

TÜİK’in açıkladığı son veriler (29.3. 2018) GSMH’nin önceki yıla göre geçen yıl yüzde 7,3 oranında arttığını gösterdi. İktidar ve medya bu veriyi göklere çıkardı. Tamam, yüzde 7,3’lük artış ilk bakışta iyidir. Ama; bu artışta inşaat yatırımlarının payı yüzde 12 olurken, sanayinin makine-teçhizat yatırımı yüzde 0,7’de kalmışsa, o büyümenin adı “hafriyatla büyüme”dir!

Buna, istihdamda büyük kısmı, şayet iş bulursa, asgari ücret veya ortalama bir katı ücretle çalışan halkın borçlanarak yaptığı tüketim harcamalarındaki yüzde 6,6 oranlı artışı da eklerseniz, büyümenin kofluğu ortaya çıkar. Devletin yüzde 7,4’lük tüketimini saymıyorum.

Bedeli mi? Yüzde 11’e oturan enflasyon, 300 milyara dolara erişen özel sektör borcu, yüzde 12’ye tırmanan işsizlik, yoksulluk ücretine mahkûm işgücü ve 2017 yılında ücret ödemeleri yüzde 13 artarken, yüzde 26 oranında artan sermaye kârları. Ve, büyümeyle katlanan yoksulluk!

                                                                                  

Yayın Tarihi
09.04.2018
Bu makale 1081 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!