Yerli ve milli üretim aranıyor!

    Türkiye, gerçek yerli ve milli üretim şansını 1940’lı yıllarda kaybetti. O yıllar, tıpkı bu yıllar gibi dünyanın “yeniden yapılandırıldığı” uzun bir dönemin başlangıcıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonuydu. Yeni bir tarihin ilk sayfaları yazılıyordu. Teoride kalkınma iktisadı, pratikte kalkınmacı devlet zamanıydı. Ekonomi politikaları bu temel üzerinde şekilleniyordu.    

   Ekonomilerin “yapıcı” ve “itici” gücü olan sanayi, sanayileşme kavramının yaratıcı

enerjisiyle yüklü olarak “sağı”yla “solu”yla bütün siyasi programların gözdesiydi. Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 Cumhuriyeti bu ivmeyi yakalamıştı. Yoksul halkı ve bütçesine rağmen hafif, orta ve ağır sanayilerin öncülerini kurmuş; işi uçak imalat tesisleri kurmaya kadar vardırmıştı.

     Devrimciliğiyle, laikliğiyle, halkçılığıyla o zihniyet Türkiye’nin siyasi, ekonomik, bilimsel ve sosyal genetiğine işlenebilseydi, arada iktidar olan kısa vadeci”, “plan değil pilavcı” siyaset kafasının ülke ekonomisini getirip teslim ettiği teknolojik geriliği ve sanayisizleşmeyi yaşamaz; ekonominin damar sistemini küresel finans diktatörlüğünün “spekülatif” kazanç çetelerine terk etmiş olmazdık.

                                 HAYALLERİ YOK ETTİYSEN…      

   1950-1970 dönemi iktidarları genç cumhuriyetin bu mirasını bir nebze korumaya ve değerlendirmeye çalıştılar. Ne var ki, mirasa cazibe katan yaratıcı cevheri yitirdiler. 1980’li yılların istisnasız bütün siyasi iktidarları da Türkiye’nin ekonomik aklını, birikimini, tecrübesini, üretici gücünü yabancılara satıp savarak sorumsuzca heba ettiler.

     Bugün, bankacılık sisteminin yüzde 60’ından fazlası, işe yarar sanayi tesislerinin neredeyse tamamı, tarımın önemli bölümü yabancı kontrollü sermayenin eline geçmiş durumda. Teknolojik seviyeni yabancılar belirliyor. Tohumluğunu bile ABD’nin tekelleri üretiyor. Daha ne olsun!

     Bu yapı karşısında AKP iktidarının şık görüntülü “yerli ve milli” kavramı ne anlam ifade eder? Veya edebilir mi? Kavram gerçekten şık! Her duyduğumda bana gençliğimi hatırlatıyor.

   İstanbul’un Taksim, Beyazıt Meydanlarında, Ankara’nın Kızılayında “Milli Petrol”, “Milli Ekonomi”, “Bağımsız Türkiye” yürüyüşlerimizi, “Eğitimde Devrim”, “Devrim İçin Eğitim” talepli üniversite eylemlerini…

   O, insanı yüreğinden yakalayıp geleceğe uçuran, laik; bilimsel, ekonomik, kültürel ve sosyal üretkenlik ve gelişmişliğiyle çağı yakalamış “Gerçekten Bağımsız ve Demokratik” Türkiye hayallerini… Hayallerimizi…

   “Yerli ve milli” kavramı, bana bunları hatırlatıyor. Ve… İktidarların bu hayalleri darbelerle, idamlarla, işkencelerle, ağır cezalarla, düşünce ve fikir yasaklarıyla nasıl ezdiklerini de…

                               GERÇEĞİ NASIL BULACAKSIN?

   Bunca yanlıştan, sorumsuzluktan, politik cehaletten, ağır bedellerden ve elde avuçta işe yarar ne varsa “küreselleşme” uğruna satıp savdıktan sonra, 2000’li yılların ilk çeyreğine doğru kimi akıllar başa gelir gibi oluyor ve “yerli ve milli üretim” lâfı dillerden düşmüyor..

   Kavramın dillerden düşmemesi, akıllara çivilenmesi hiç şüphe yok olumlu bir gelişmedir. Ama, şu soruya cevap vermek şartıyla: Ekonominin yapısı yerli ve milli üretime nasıl dönüştürülecek? Madem böyle bir hedef vardı, bırakın daha gerileri, son 15 yıl neden beklendi?

   Ankara Ticaret Odası’nın düzenlediği “Teknolojik Dönüşümde Kamu Alımlarının Rolü, Yerli ve Milli Üretim” konulu konferansta (6 Şubat 2017) bu mesele tartışıldı. Kamu ve özel sektörden uzman isimler ile yetkili bürokratlar sunumlarda bulundular. Ancak, konferansın ağırlık noktası teknolojik dönüşümü kamu alımları aracılığıyla sağlamak olunca, meselenin özü bulanıklaştı.

   Sanayinin gelişmesinde kamu alımlarının önemi büyük. Kamu kuruluşları, ihtiyaç duydukları ürünün teknoloji içeriğini tedarikçilere empoze etme potansiyeline de sahipler. Ama, o taleplere cevap verecek sanayinin inşasına uygun imalat yapısı nasıl kurulacak?

   Kök sorun ve soru bu! Türkiye imalat sanayisi katma değer üretme gücünü yarıya yitirdi: 2000 yılında yüzde 41,8, 2011 yılında yüzde 20,6… (OECD verileri.) Türkiye ekonomisi sanayisiyle birlikte küresel finans odaklarının keyfine ve tercihine bağımlıdır. Kök sorun çözülmedikçe, kamu alımları vb. yan destekler, uygulama sorunlarıyla birlikte, işe yarar görünmüyor. Kamu ihalelerinde ithal teknoloji talep ve bağımlılığı haddinden fazla yüksektir. Bunu da belirteyim.

Yayın Tarihi
12.02.2018
Bu makale 1294 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!