Hafta sonu Üniversite arkadaşlarımın bir kısmı ile buluştuk Antalya’da. Ankara, İstanbul İzmir’den gelmişlerdi. Antalya güzel memleket tanıtmak gerek dostlara. Kurşunlu Şelalesinden başladık geziye. Çam ormanı arasında şelale muhteşem bir gösteri sunuyor. Beyaz köpükler arasında düşen su turkuaz bir renk alıyor aşağıda. Kimsecikler yok bizden başka. Bugün bizim günümüz. Her yer bizim.
Kurşunlu her zaman güzel bir şelale. Bitki çeşitliliği fazla. Hâkim olan ağaç türü Kızılçam olmasına karşın tek veya küçük gruplar halinde doğu çınarı, defne, harnup, yabani zeytin, sakız ağacı, söğüt ve incir ağaçları süslerken ırmağın kenarını. Mersin, alıç, zakkum, böğürtlen, yabani gül, sütleğen, ılgın, ladin, kermes meşesi, kekik, yabani nane, hayıt, eğrelti ve sarmaşıklar sarar ağaçları.
Yudumlarken çayımızı kıyısında ırmağın;
Türkü gibiydi suyun sesi,
Sessizliği ormanın türkü gibi,
Dostluğumuz türkü gibi.
Hava bulutlanırken başka güzellikleri görmek için ayrılıyoruz Kurşunludan. Termessos’a çevirmiştik rotamızı. Kepez’e çıkınca bastırdı birdenbire yağmur gök gürültüsü eşliğinde. Sağanak ile ulaştık Termessos’a. Bekledik dinsin yağmur inatla. Uzayınca yağış kırıldı inadımız. Başka güzelliklere yelken açmalıydık. Korkuteli girişinde bulunan Mantar evine gitmek yağışlı havada en iyi çözümdü. Mantar evi; şöminesi, sobaları, mekânı süsleyen objeleri ile samimi sıcacık huzur dolu bir ortam. Kendi ürettikleri mantardan bin bir çeşit tat yaratmışlar. Yüreğimiz ısındı Mantar evinde. Market kısmında Mantar Evi hatırası köşesi kısa metrajlı filim çekimine sahne oldu arkadaşlara.
En güzel köşesi ise “UBUNTU KÖŞKÜ” idi mantar evinin bizce. Ubuntu: “Biz varsak ben varım.” “Ben değil biz demek.” Afrika yerlileri sözcüğü yazıyordu. Bu köşkte fotoğraf çektirmeliydik 34 yıllık birlikteliğimiz “BİZ” olmanın kanıtıydı. Ubuntu anlamı çok güzel bir sözcüktü. Merak edip araştırdım. Anlamlı olduğu kadar ders alınması gerekli bir öykü ile karşılaştım. Son dönemde en gereksinim duyduğumuz şeydi “UBUNTU”.
Öykü şöyle; Afrika’da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Oyun basittir. Çocukları belirli bir yerde yan yana sıraya dizer ve açıklar. ‘Herkes karşıdaki ağaca kadar tüm gücüyle koşacak ve ağaca ilk ulaşan birinciliği kapacak. Ödülü ise yine o ağacın altındaki güzel meyveleri yemek olacak.’
Çocuklar oyuna hazır olunca, antropolog oyunu başlatır. İşte o anda bütün çocuklar el ele tutuşur ve beraberce koşarlar. Hedef gösterilen ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar. Antropolog şaşırır ve çocuklara neden böyle yaptıklarını sorar. Aldığı cevap hayli manidardır; “Biz “UBUNTU” yaptık: Yarışsaydık, aramızdan sadece bir kişi yarışı kazanacak ve birinci olacaktı. Nasıl olur da diğerleri mutsuzken yarışı kazanan bir kişi ödül meyveyi yiyebilir? Oysa biz ubuntu yaparak hepimiz yedik.” UBUNTU; bizim dilimizde “BEN, BİZ OLDUĞUMUZ ZAMAN ‘BEN’İM” demek. ‘ diye yanıtlar çocuklar. Öykü işledi yüreğime.
Bireysellik, bencillik, bana necilik almış başını giderken, unutmuşken insanlığımızı, Paylaşabilir miydik sevincimizi, acımızı, kederimizi. Zor günümüzde dayanışır mıydık omuz omuza. Senin başarın beni mutlu eder miydi ya da benim başarım kıskanmadan seni. Ubuntu yapabilir miydik Afrikalı çocuklar gibi. ”BİZ” olabilir miydik sevgiyle el ele. 09.02.2016