TÜRKOLOG

Nâzım Hikmet (1902-1963) (4)

MİLLİ GURURU SAVUNAN

ROMANTİK KOMÜNİST

MİLLİ MÜCADELELİ YILLAR

 

1924 de Türkiye’ye döndü.

Kurtuluş savaşı kazanılmış, Cumhuriyet kurulmuştu.

T.S.İ.K.P nin yayın organı Orak Çekiç’te ve Aydınlıkta yazıları yayınlanmaya başladı.

1925 te Şeyh Sait isyanıyla “Takrir-i Sükun “ kanunu çıktı.

Bir eserinden dolayı on beş yıl hapis yedi.

Komünist partisinin İzmir’deki yer altı hücresine katıldı.

Saklandığı bu izbe yerden şu şiiri yazdı.

Kayalardan 
            kayalarla kopan kartallar 
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını. 
Alev bilekli süvariler kamçılıyor 
                             şaha kalkan atlarını! 
 

                    Akın var 
                                güneşe akın! 
                        Güneşi zaptedeceğiz 
                                güneşin zaptı yakın! 

 

15 yıl ceza almıştı Rusya’ya kaçtı.

1927 yılında Türkiye’ye dönmek istedi. Giriş vizesi verilmedi.

Onbeş yıllık hapis cezası kalkmıştı kaçak girdi Türkiye’ye.

Hopa’da tutuklandı. Hapishaneye gönderildi.

Cebinde “ Moskova’da Heraklid’i düşünüş” şiirinin Arap harflerinin yazılışı vardı.

Şiiri yakaladılar!

 Savcının karşısına çıkardılar.

Savcı, Heraklid’i “Ekalliyet” okumuştu.

Savcı, Ne demek bu Ekaliyet ?

Kürt ve Lazlardan söz eden arkadaşlarının başına neler geldi biliyor musun

Yeni Kürt ayaklanması için talimat mı getirdin Moskova’dan” dedi.

Fakat efendim dedi Nazım.

Ekaliyet değil Heraklid O.

Savcı Heraklid’de kim?

Nazım Yunan filozofu.

Savcı, Yunanlılarla ilişkin var.

Kanıt tamam. Suç işlenmişti.

Doğru Hopa hapishanesi.

Hapishanede üç ay tutuldu.

Sonra, Rize, İstanbul ve Ankara hapishaneleri .

Kanıt olmadığından yedi ay sonra serbest bırakıldı.

Şimdi ki Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Şike Davaları komedisi gibi.

Hapishanelerde Anadolu insanını tanıdı. Oradaki karakterleri kelimelerle resmetti.

İşte bir resim.

KIZKAPAN OĞLU VEHBİ VE ÇOCUK MUHİTTİNE DAİR

Bir gaz lambası...

Çivilenmiş duvara ..

Çivi, kuyruğunu kıvıra kıvıra bir defter kâadının kalbini delip geçmiştir.

Kâat bembeyaz, kâat sapsarı..

Çivi kâadın kanını içmiştir.

Lamba yağmurlu bir sabah güneşi gibi yanıyor ve defter kâadı sallanıyor asılmış bir adamın beyaz gömleği gibi..

Beyaz gömleğin göğsünde yazılar var:

Dar yalakta aptes alan ihtiyar Kızkapan Oğlu Vehpidir.

Hindistan cevizinden yüzü ve uzun kollarıyla o, Okaliptüs dalından yeni inmiş kıllı bir maymun gibidir. Kızkapan su vuruyor ensesıne.. Omuzundan mendili düştü sidik tenekesine.

Vehpi şaşırdı, arıyor sağını solunu.

Uzattı kolunu ..

Kalın bir yılan gibi tenekeye girdi kol.

Çıkardı mendili.

Açıldı Kızkapanın dili: - "Mendil bir karış bezdir amma beş karışı bir arşın olur. Arşın arşını doğurur... " Kesildi Kızkapanın sesi. Anlaşıldı Vehpinin kerrakesi!!

Muhittin 13 yaşındadır. Zorla çıkarılmazsa çıkmaz bir fare gibi girdiği köşesinden.

Saklar kendini pençesinden yılan gözlü bir kedinin ..

Cinayetle Rizeye sevkedecekler cürmü büyükttür Muhittinin.

Nasıl sevketmesinler ki bir gece bir kanca alıp yanına damından inmiş dedesinin dükkanına ..

Çok sürecek çok Muhittinin acısı. Kurtuluş yok dedesi davacısı..

 

1929 da şiirin ülkesine İstanbul’a geldi.

1929-1933 dünyada ekonomik burhan yıllarıydı.

Bu yıllarda Serteller’le “Resimli Ay “ dergisinde çalıştı.

Müthiş şiirleri yayınlanıyordu.

Türk şiir anlayışını alt üst etmişti.

Nazım’ı kendini şair sananlar eleştiriyordu.

Nazım’da O’nlara cevap veriyordu.

Yakup Kadri’ye verdiği cevap.

Behey!

Kara boynuz gibi kaşlı

mukaddes Apis başlı

adam;

Behey!

Kara maça bey!

Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun,

ben asaletten anlamam.

Şapka çıkarmam konuştuğun dile,

düşmanıyım asaletin

kelimelerde bile.

Behey!

Kara maça bey!

Ben bilirim

bu tehevvür bu şikâyaaat niçin?

Bilirim

beni uykumda boğmak için

bekliyorsun geceyi..

 

Abdullah Suphi’ye verdiği cevap.

ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp

kıllı kalın ensemi kaşımışım

tehdidine pabuç

bırakır mıyım hiç?

Behey!

kara boynuz gibi kaşlı

mukaddes  Apis başlı

adam,

behey yüzü kara!

ruhunu zenci bir esir gibi çıkardın pazara,

bir orospu odası yaptın kafatasını

haki ceketli ölülerin ceplerinden

çalarak parasını

satın aldın kendine

İsviçre dağlarının havasını.

 

Peyami Sefa’ya verdiği cevap.

bir düşün oğlum, 
bir düşün, ey, göbekli patron veletlerinin 
"doğru yol" göstericisi, 
bir düşün ey yetimi safa, 
bir düşün ve hatırla ki, son defa : 
o, takma aslan yeleli namık kemal üstadın senin; 
abanoz ellerinden 
zenci kölesinin 
som altın taslarla şarap içerek 
ve "didarı hürriyet"in dizinde 
kendi kendinden geçerek : 
"yüksel ki yerin 
bu yer değildir, 
dünyaya geliş 
hüner değildir!" demiş... 
sen de yükseldin uyup 
onun sesine 
"la dam o kamelya"nın fesli figüranlığından 
ahmet haşimin "degüstasyon"daki iskemlesine.. 

bir düşün oğlum! 
bir düşün ve mezarların hududunu aşma! 
kendine güven üstat 
babana değil, 
bir ölüyü koluna takıp dolaşma! 
öyle zart zurt eşilmez toprağı gidenlerin! 
rahat bırak oğlum 
rahat bırak uyusun 
o muhterem "şehidi hürriyet" bey pederin! 
hem böyle daha iyi. 
çünkü bak ortada 
ne yeni bir ingiliz-boer 
harbi var, 
ne de tebrik isteyen bir ingiliz elçiliği... 
ölüleri rahat bırak oğlum. 
rahat bırak uyusun benim de gidenlerim! 
sen de bilirsin ki ben 
ne dedemden 
miras bekledim, 
ne babamdan şeref, şan! 
hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum. 

Ahmet Haşim’e verdiği cevap.

Ben:
Ne köprü altında yatan,
ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında
saz çalıp Arabistan fıstığı satan-
-ların
şairiyim;

topraktan, ateşten ve demirden
hayatı yaratan-
-ların 
şairiyim
ben.

İki serseri var:
İkinci serseri
yolumun üstünde duruyor
ve soruyor
bana:
"PROLETER
dediğimin
ne biçim kuş
olduğunu?"

Necip Fazıl Nazım’a vatan haini demiştir.

VATAN HAİNİ

"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet. 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla, 
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un 
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali 
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira. 
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ." 

Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt 
hainiyim, ben vatan hainiyim. 
Vatan çiftliklerinizse, 
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan, 
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan, 
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın, 
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan, 
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın, 
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa, 
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan, 
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa, 
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan, 
ben vatan hainiyim. 
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla : 
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ. 

1932 de tutuklandı savcı ölüm cezası istiyordu beş yıla mahküm oldu.

25 Ağustos 1933 de af edildi.

1938 yılında tekrar tutuklandı. Orduya isyana teşvikten suçlanıyordu.

Karar Harp Okulunda yargılandı.

25 yıl hapis cezası aldı.

Aynı yıl Donanma mahkemesinde de yargılandı.

20 yılda ordan ceza aldı. Toplam 35 yıl cezası 28 yıl 4 aya indirildi.

Dostları ona Kerem gibi yanacaksın bırak bu işleri diyorlardı.

Nazım O’nlara söyle seslendi.

 KEREM GİBİ 
 Hava kurşun gibi ağır!! 
Bağır 
        bağır 
                bağır 
                        bağırıyorum. 
Koşun 
         kurşun 
                erit- 
                    -meğe 
                            çağırıyorum...

O diyor ki bana: 
— Sen kendi sesinle kül olursun ey! 
                                                Kerem 
                                                     gibi 
                                                          yana 
                                                                yana...

«Deeeert 
             çok, 
                 hemdert 
                         yok» 
Yürek- 
        -lerin 
kulak- 
        -ları 
              sağır... 
Hava kurşun gibi ağır...

Ben diyorum ki ona: 
— Kül olayım 
                   Kerem 
                        gibi 
                              yana 
                                    yana. 
Ben yanmasam 
                  sen yanmasan 
                             biz yanmasak, 
                             nasıl 
                                   çıkar 
                                          karan- 
                                                  -lıklar 
                                                      aydın- 
                                                              -lığa..

Hava toprak gibi gebe. 
Hava kurşun gibi ağır. 
Bağır 
        bağır 
                bağır 
                        bağırıyorum. 
Koşun 
         kurşun 
                 erit- 
                     -meğe 

                               Çağırıyorum.

Nazım Hikmet dostları Nazım ‘ın haksız mahkûmiyetinin kaldırılmasını istiyorlardı.

Nazım, Karısına yazdığı mektupta şöyle diyordu.

“Düzen bir siyasal suçluyu, bir ayaklanma kışkırtıcısını değil,

Nazım Hikmet adında bir insanı yargılıyorlar ki haklılar.”

Yargılanan vatan aşkıyla Kerem’e dönen Nazım dı.

Nazım Bursa Hapishanesinde idi. İkinci dünya savaşı devam ediyordu.

Nazım savaşın seyrini takip ediyordu.

 1944 yılında Rus orduları başarı gösterdi. Petersburg ’ta  Rus halkı Almanların çevrelediği şehirde

İki yıl direndiler, aç ve susuz.

Şehir’i teslim etmediler Almanlara.

Alman komutanlar şehir kenarındaki Saraylara konumlanmıştı. Ruslar direniyordu.

Nihayet Alman saldırısı Rus direnişi karşısında kırıldı.

Savaşın şehri değişiyordu.

 Almanya geri çekiliyordu.

Romanya, Bulgaristan kurtulmuştu.

Türkiye savaşa girmemişti.

Olayları takip ediyordu. Millet açtı. 

Türkiye de insanlar ot yiyordu.

Birinci dünya müttefikimiz Almanlara gizli yardımlar askıya alındı.

Nazım Bursa ceza evinde Karısına söyle seslenir.

Karıma Mektup

Bursa 
Hapishanesi 

Bir tanem! 
Son mektubunda: 
'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun. 
'Seni asarlarsa seni kaybedersem; 
diyorsun; 
'yaşıyamam! ' 
Yaşarsın karıcığım, 
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin 
kızıl saçlı bacısı 
en fazla bir yıl sürer 
yirminci asırlılarda 
ölüm acısı. 
Ölüm 
bir ipte sallanan bir ölü. 
Bu ölüme bir türlü 
razı olmuyor gönlüm. 
Fakat 
emin ol ki sevgilim; 
zavallı bir çingenenin 
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli 
geçirecekse eğer 
ipi boğazıma, 
mavi gözlerimde korkuyu görmek için 
boşuna bakacaklar 
Nazıma! 

Ben, 
alaca karanlığında son sabahımın 
dostlarımı ve seni göreceğim, 
ve yalnız 
yarı kalmış bir şarkının acısını 
toprağa götüreceğim... 

Karım benim! 
İyi yürekli 
altın renkli, 
gözleri baldan tatlı arım benim: 
ne diye yazdım sana 
istendiğini idamımın, 
daha dava ilk adımında 
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar 
kellesini adamın. 

Haydi bunlara boş ver. 
Bunlar uzak bir ihtimal. 
Paran varsa eğer 
bana fanila bir don al, 
tuttu bacağımın siyatik ağrısı, 
Ve unutma ki 
daima iyi şeyler düşünmeli 
bir mahpusun karısı.

Türkçüler tarafından 1945 te 09 Ekimde İstanbul’da miting düzenlenir.

İki kitapçı dükkanı yakılır.

Tan, Yeni dünya gazeteleri ,görüşler dergisinin matbaaları yakıldı.

İktidar bu eylemi,  Yurt sever tavır olarak algılandı.

Nazım söyle diyordu.

Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akarsuyun.

Meyve çağında ağacın.

Serpilip gelirsen hayatın düşmanı.

………….

Vatan ki insanların evidir.

Sevgilim onlar vatana düşman.

1949 da yazdığı,

“Ellerinize ve yalana dair” şiirinde sömürge ülkelerinin işçilerine sesleniyordu.

insanlar, ah, benim insanlarim,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakin Dogu, orta Dogu, Pasifik adalari
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanlarin yüzde yetmisinden cogu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalginsiniz,
elleriniz gibi merakli, hayran ve gençsiniz.
Insanlarim, ah, benim insanlarim,
Avrupalim, Amerikalim benim,
uyanik, atak ve unutkansin ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandirilir,
kolay atlatilirsin...

 

Paul  Robeson denen adam okyanus ötesindeki zulme karşı durmuştu da,

Linç edilmek istenmişti. İnsanlarda zulme boyun eğiş vardı.

Paul Robensona şiir. Paul Robenson zencidir.

Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim,
Kartal kanatlı kanaryam.
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize,
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten,
Duymaktan,
Dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet
Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.

                                                        BİR SONRAKİ YAZI; 1949 SONRASI.

 

 

Kaynak:  1- Ekber Babayev

                                                                                                 Ustam ve Ağabeyim  Nâzım Hikmet

                                                                                                 2- Bilim Ütopya Nâzım Hikmet özel sayısı

                                                                                                 3- Hikmet Birant Alıç Ağacı ile Sohbetler

                                                                                                  4- Aziz Nesin’in  Nâzım Hikmet anıları

Yayın Tarihi
10.01.2017
Bu makale 2025 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!