HAVADAN SUDAN

“Krize Dayanıklı Turizm”

Kısa özet

Ulusal ya da uluslar arası karakterli olsun, değişik ölçekli krizler yaşamın olağan olaylarındandır ve bu nedenle işletmelerin kuruluş stratejilerinde, bir ölçüde ele alınmak ve değerlendirilmek zorundadırlar. Krizlerle bilinçli ve az kayıplı mücadele bu temel üzerinde mümkündür. Kuruluşunda muhtemel krizleri öngörmeyip buna uygun stratejiler belirlememiş işletmelerin krizlere dayanabilme gücü düşüktür.

Genelde Türk turizm politikaları ve uygulamaları kriz öngörüsü içermez. Bu yapısal eksiklik küçük ve yerel krizlerin bile kapsamlı olumsuz etkilere yol açmasına neden olabilmektedir.

Kuruluş yıllarında, her türden –ekonomik, sosyal, politik, teknik, vb.- kriz de dahil, yararlanabileceği kapsamlı bir uluslararası turizm deneyim birikimi olmasına karşın, Türk Turizmi bu imkandan gerektiği ölçüde yararlanamamıştır. Türk Turizmi’nin “kriz dayanıklılığı”nın çok düşük olmasının temel nedeni budur. Yaşanmış ve yaşanma potansiyeli yüksek krizlerin nedenleri irdelenip açıklığa kavuşturulmadan alınacak her önlemin, geliştirilecek her politikanın başarısızlıkla sonuçlanması kaçınılmazdır.

Bu irdeleme; turist ve turizm tanımı gibi çok temel ve basit gibi görünen kavramlardan başlayıp, pazar oluşturma ve  pazar paylaşımı gibi karmaşık kavramlara kadar uzanmak durumundadır.

GİRİŞ

Bir toplumun, bir kuruluşun veya bir kimsenin yaşamında görülen güç dönem olarak tanımlanan kriz, Türkçe’mizde buhran ve bunalım kelimeleriyle de ifade edilir. Doğal bir süreçte birden bire oluşan aykırılık, tehlikeli sonuç doğurabilecek gerginlik de kriz kavramının kapsama alanı içine girmektedir. Çoğunlukla kalp krizi, ekonomik kriz, sinir krizi, vb. biçimleriyle tanıdığımız kriz, ülkemizde turizm sektörünü de sıklıkla ziyaret eder olmuştur.

Kriz kavramını ayrıntılarıyla incelemek bu bildirinin amacı değildir. Bir endüstri olmanın ötesinde, endüstriler toplamı olarak kabul edilmesi gereken ve ekonomik, sosyal, kültürel, vb. alanlar kapsamında, dünyanın en hızlı gelişen  sektörü olan turizmin, her türden kriz tohumunu bünyesinde barındırması, ya da daha doğru bir ifade ile her türden krizin etkisine açık olması olağan bir durumdur. 1929 ekonomik krizi,1973 enerji krizi, körfez savaşı, Ermeni ve  Kürt terörü, Adapazarı ve Düzce depremleri, vb. hem uluslar arası ve hem de ulusal turizm üzerinde kriz olarak adlandırılabilecek etkilere neden olmuştur.

Tıpkı hareketli fay hattı üzerindeki deprem riski yüksek bölgelerde inşa edilecek her türden yapı tasarımı ve planlamasında deprem –ki potansiyel bir kriz durumudur- olgusunun hesaba katılması zorunluluğunda olduğu gibi, turizm yatırımlarının tasarlanması ve planlanmasında da potansiyel kriz durumlarının göz önünde bulundurulması ve kararlara yansıtılması zorunluluğu vardır. Kaliforniya ya da Japonya’da yaşanan depremlerin krize neden olma seviyeleri ile Adapazarı ve Düzce depremlerinin seviyeleri arasındaki farklılık bunun çarpıcı bir örneği olarak verilebilir.

Turizm sektöründen, kavranabilmesi göreli olarak daha kolay olabilecek  bir örnek vermek gerekirse; 1980 li yıllarla birlikte ivme kazanan orman içi ve bitişiğine inşa edilen turistik tesislerin- ikinci konutlar da dahil- tasarım, planlama ve uygulama aşamalarında, potansiyel bir kriz durumu oluşturan orman yangınlarına ilişkin olarak geliştirilmiş ve uygulanmış önlemlerin durumuna bakmak yerinde olur. Hareketli fay hattı üzerinde deprem sıklıkları ve şiddetlerinin, diğer alanlara oranla daha yüksek olması gibi, Akdeniz ve Ege Bölgelerinde deniz seviyesindeki orman alanlarının orman yangını sıklık ve şiddetleri de aynı bölgelerin deniz seviyesinden daha yüksek  (800 + m) yöreleri ile iç bölgelere oranla göreli olarak daha yüksektir. Deprem riski yüksek bölgelerde gerçekleştirilecek yapıların statik hesaplamaları belirli ve koşullara uygun bir katsayı dikkate alındığı gibi, kullanılan tuğla, çimento, vb yapı ve mobilya, ısıtma, vb. tefriş malzemelerinde de belirli özellikler aranmaktadır. Benzeri bir durum orman içi ve bitişiğine inşa edilecek her türden yapı için de söz konusudur. Turistik tesisin tasarlanması, projelendirilmesi, işletilmesi gibi her aşamada orman yangını sorununun göz önünde bulundurulması zorunluluğu vardır. Aksi taktirde ormanda çıkma olasılığı yüksek bir orman yangınının turistik tesis, bölge ve ülke turizminde ciddi bir kriz yaratması beklenebilecek bir durumdur.

Turizm olgusuna, üzerinde hemen hiç durulmayan, bu açıdan bakıldığında,  kriz olasılığının çok yüksek olduğu kolaylıkla kavranabilir. Birkaç örnekle durumu somutlaştıralım. Turistik tesislerin otopark, tenis kortları, spor alaları, havuz, vb. bileşenlerinin ormandan gelecek yangının tesise sıçramasına engel olabilecek tarzda, orman-tesis arakesitinde konumlandırılmaları gerekirken, pek çok tesiste bu konuya hiç dikkat edilmemiştir. Bu bağlamda, orman ile tesis arasına kolaylıkla yanabilen bitkilerden (ağaç dahil) temizlenmiş bir şerit tesisi  zorunlu iken hemen hiçbir tesiste uygulanmamıştır. Tesislerin dış yüzlerinde ve çatılarında kolaylıkla yanabilecek ahşap ve boya yoğun olarak kullanılmıştır. Çatı, yağmur olukları, bacalar, peyzaj düzenlemelerinde tercih edilen türler, vb. pek çok ve orman yangını bakımından önemli konu hiç dikkate alınmamış, bina yangınları için etkili olan hidran gibi önlemlerin yeterli olacağı varsayılmıştır. Oysa orman yangınları bina yangınlarından çok farklı özellikler taşır ve çok farklı önlemleri gerekli kılar. Bu konuda, Amerika, Kanada, Avustralya, Fransa gibi gelişmiş ülkelerde çok etkin önlem ve standartlar geliştirilmiştir (Neyişçi 1990).

Somut verilere dayandırılabileceği ve ülkemizde üzerinde hemen hiç durulmamış bir konu olduğu için orman yangınları, krize dayanıklı turizmin gerçekleştirilebilmesine  bir  örnek olarak verilmiştir.

“Krize Dayanıklı Turizm”ancak turizmle ilgili, tanımdan eğitime, işletmeden pazarlamaya, tüm konuların teker teker ele alınarak, kriz bakış açısıyla irdelenmesi sonucunda geliştirilebilecek bir çok önlem ve stratejinin uygulanmasıyla yaşama geçirilebilir.

Kavram ve Tanım

Tanım, özelikle turizm gibi profesyonel turist rehberi ya da hediyelik eşya üreterek satan bir müteşebbisten milyarlarca dolar sermayeli hava taşımacılığı şirketlerine dek uzanan çok çeşitli ve farklı kişi ve kuruluşları ilgilendiren bir sektörün tanımı eğer imkansız değilse, çok güçtür. Çeşitli amaçlar için çeşitli tanımlar yapılabilir. Amerika’nın turizm tanımı ile Kanada’nın turizm tanımı arasındaki farklılığın temel nedeni her iki ülkenin turizmden beklentilerinin farklı olasıyla ilgilidir.

Ülkemizde genel olarak kullanılan turizm tanımı, ülkemizin koşulları dikkate alınarak bizim tarafımızdan geliştirilmiş bir tanım olmaktan uzaktır ve genellikle istatistiki amaçlara yönelik bir turizm tanımı benimsenmiştir. Bu olgunun bir uzantısı olarak, Türk Turizm politikası, gelen ya da gelmesi beklenen turist sayısı ile elde edilecek döviz girdisi sığlığı üzerine inşa edilmiştir.

Derinlemesine irdeleme gereği duyulmadan, turizm ve turist kavramları ağırlıklı olarak bir boş zaman değerlendirme etkinliği olarak algılanmış ve sonuç olarak Türk Turizmi nerdeyse tek boyutlu, otel merkezli bir eğlence sektörü olarak  gelişmek durumunda kalmıştır.

Ekonomik anlamda turizm etkinlikleri 1936 yılında  ücretli yıllık izinlerin verilmeye başlamasıyla vücut bulmuştur (Mieczkowski 1990). Burada turizm için kullanılan zamanın (leisure time, free time) boş zaman olarak algılanması, turizm olgusunu doğru kavrayamamak riski taşımaktadır. Gerek hafta sonu ve gerekse ücretli yıllık izinin ortaya çıkışının gerçek nedeni çalışanların giderek düşen verim güçlerinin, azalan performanslarının yenilenmesi gerekliliğidir. Bir başka anlatımla çalışanların yeniden yaratılmasıdır. Turizm ve rekreasyon kavramlarının nerede ise eş anlamlı olarak kullanılması bu ilişkinin bir uzantısıdır.

Çalışma alnında iş verimi, kişinin tatminsizliğine, isteksizliğine kuvvetten düşme hissine ve bütün bunların sonucu ortaya çıkan can sıkıntısına bağlı olarak, olumsuz yönde etkilenmektedir. Turizm ve rekreasyon faaliyetleri kişiye bu eksik olan uyarıların verilmesiyle, özellikle can sıkıntısının azalmasını sağlamakta ve iş veriminin yeniden yükseltebilmektedir (Finney 1979). Ağır iş yapan işçilerin, kendi ruh hallerine uygun ve zevkle yapabilecekleri bir rekreatif faaliyetle, örneğin yine beden gücüyle yapılan sportif bir oyunla dinlenebildikleri, moral güçlerini artırabildikleri, dolayısıyla verim güçlerini geliştirebildikleri bilinmektedir. Turizm ve rekreasyon uygun faaliyet seçimi yapmak, organize bir programa katılmak koşuluyla, kişinin iş verimini artırmakta ya da başarısına olumlu katkı sağlamaktadır (Finney 1979, Rossman 1983).

Gelişmiş ülkelerde iş verimliliğinin yitirilmesi ile “iş” in kaybedilmesi eş anlamlı olduğundan, dinlenme ve rekreasyon yoluyla verimliliğin yenilenmesi “iş” in kendisi kadar önemlidir. İlk kez Fransa da1936 yılında iki hafta ile başlayarak, 1978 de 4 ve 1980 de 5 haftaya yükseltilen  ücretli izinin uygulamasının temel nedeni işin ve iş verimliliğinin korunabilmesidir (Mieczkowski 1990). Teknolojinin gelişmesiyle artan verimlilik, çalışanların birim zamanda daha yoğun çalışmalarına, bu nedenle de daha uzun dinlenme sürelerine ihtiyaç duyulmasına neden olmuştur. Yaşanılan kentlerin kalabalıklaşmasının işe gidip-gelme sürelerinin uzaması yanında, çalışanlar üzerine ek streslerin yükselmesine de yol açması, ücretli izin sürelerinin uzatılmasını gerekli kılmıştır.

Turizmin işlevini boş zaman değerlendirme etkinliği olarak değerlendirme ile sanayi ya da hizmet sektörü çalışanlarının yeniden verimli bir çalışma dönemine hazırlanması etkinliği olarak değerlendirme arasında çok önemli ve yapısal farklılık vardır. İlki talebi isteğe bağlı değişmez kabul ederken ikincisi talebin zorunluluğu ve kişisel ölçekte bile değişebilirliğini veri olarak kabul eder. Turizm politikaları ve sunularının değişken ve zorunlu talebi merkez alarak belirlenmesi yerine, ülkemizde olduğu gibi, değişmez ve isteğe bağlı talebi merkez alarak belirlenmesi turizm sektörünün krize daha yatkın bir içerikte oluşmasına yol açmıştır. 1980 doğumlu Türk Turizmi’nin tümüyle otel merkezli kitle turizmine mahkum edilmiş olması bu kolaycılığın bir yansımasıdır.

Eğitim

Ülkemizde turizm eğitimi otel merkezli bir yapı sergilemektedir. Bu belirleyici yapı Türk Turizm politikasını da derinden etkilemiş ve Türk Turizm uygulamalarının da  otel merkezli bir karakter almasına yol açmıştır. Tanıtım ve pazarlama stratejilerinin  bile otel merkezli oluşu bunun somut bir belgesidir.

Turizm açısından önemli olmasına karşın otel ya da daha genel bir tanımlama ile konaklama tesisi turistik bir ürün değil sadece bir araçtır. Talebin gerçekleşmesi sürecinde konaklama tesisi son sıralarda yer alır. Hiçbir turist bir ülkeye ya da bir destinasyona oteli için gitmez. Otel ya da konaklama tesisini ön plana çıkaran turizm politikalarının yarışma kapasitesi oldukça sınırlıdır ve bu nedenle de  krizin her türünden etkilenme olasılığı çok yüksektir.

Turizm eğitiminin işletme ve otel ağırlıklı oluşu özgün doğal ve kültürel değerlerin turistik ürünlere dönüştürülebilmesi kanallarının da yeterince değerlendirilememesi ve kullanılamamasına yol açmıştır. Böylece, otellerin ederi bedellerle pazarlanabilmesinde son derecede önemli olan özgün ve çeşitli turistik değer arzı  gerçekleştirilememiştir.

Bu bağlamda ülkemiz turizmi, kendi öz kaynak ve değerlerini yok sayarak tesis mimarisinden, adlarına, sunulan hizmetlerin niteliğinden içeriğine, rakip ülkelere öykünme kolaycılığına kaymıştır.

Turizm pazarında rakibimiz olan İspanya, İtalya, Yunanistan gibi Akdeniz ülkelerinden önemli farklılıklarımız olmasına karşın, bu  farklı değerlerin turistik ürüne dönüştürülememiş olması çok çarpıcıdır. Nescaffe’nin Türk kahvesinin yerini alması, Türk hamamı gibi tanıtım ihtiyacı olmayan ögelerin geliştirilip aranan ürünlere dönüştürülememiş olması, otel merkezli turizm eğitiminin uzantısıdır.

Rakiplerimizin hiçbir biçimde sahip olamayacakları kültürel farklılığımız ve doğulu karakterimiz, hemen hemen tümüyle görmemezlikten gelinmiş ve turistik ürüne dönüştürülememiştir. Rakibi olmayan ve bu nedenle de pazarlanma şansı çok yüksek olan  değerlerin ihmal edilmesi sektörün krize dayanıklılık yeteneğini önemli ölçüde azaltmaktadır.

Yağlı güreşinden lokumuna, mutfağından haremine, kına gecelerinden ipek yoluna, Mezapotamya’sından Truvasına, camilerinden tapınaklarına, sedir ormanlarından alageyiklerine, denizinden dağlarına dünyanın en zengin doğal ve kültürel değerlerine sahip Anadolu’nun her türden turistik talebi karşılayabilecek rakipsiz bir turizm merkezine dönüştürülememiş olması da bu eğitim stratejisi ile yakından ilişkilidir.

Ekoturizm

Birleşmiş Milletler tarafından 1998 yılında alınan bir kararla, 2002 yılı “Ekoturizm Yılı” olarak ilan edilmiştir. 33 adet milli parkı, yukarıda değinildiği gibi çok zengin doğal ve kültürel değerlere sahip olmasına karşın ülkemizde ekoturizm ciddi olarak ele alınıp değerlendirilmemiştir. “Ekoturizm Yılı” için hiçbir etkinlik düzenlenmemiş olması bu saptamanın doğruluğunun kanıtıdır. Milli parklarımızdan hiç birisinin turistik (yerli ya da yabancı) amaçlarla kullanılmıyor olması üzerinde önemle durulması gereken bir konudur.

Turizm sektörünün ekoturizme yeteri ilgiyi gösterememiş olması, dünya ölçeğinde en hızlı gelişen bu turizm biçimine konu olabilecek değerlerin yanlış kullanımlarla yok edilmesine yol açmaktadır. Bu ise Türk Turizminin krizlerden etkilenme riskinin gelecekte de yüksek olacağının bir işaretidir.

Sonuç

Türk Turizmi gelişimini krizlerle birlikte gerçekleştirmek durumunda kalmış ancak deneyimlerini krize dayanıklı ya da krizlerden en az etkilenen bir yapı geliştirmek yerine krizlerle yaşamayı öğrenmeye çalışmak yönünde kullanmıştır. Sonuç olarak Türk Turizmi ulusal ya da uluslar arası krizlerden kolaylıkla etkilenen kırılgan bir yapı sergilemektedir.

Sahip olduğu rakipsiz doğal ve kültürel değerler dikkate alındığında, Türk Turizmi’nin krizlere dayanıklı bir yapıya geçmesi olası görünmektedir. Bunun başarılabilmesi tanımdan eğitime, ürün geliştirmeden tanıtım ve pazarlama stratejilerine kadar Türk Turizminin gözden geçirilmesine ve yeniden yapılandırılmasına bağlıdır. Otel merkezli  turizm anlayışından özgün ürün merkezli bir anlayışa geçmek kilit öneme sahip bir konudur.

Doğal ve kültürel değerlerin kullanılarak korunması ilkesini ön plana çıkaran “Ekoturizm” kavramının, ülkemiz koşullarında doğru anlaşılıp uygulanması başlangıç noktasını oluşturabilir. Bu anlamda Bu sempozyumdan “Ulusal Ekoturizm Konseyi”nin kurulması konusunda bir kararın çıkması, gelecekte her türden krize daha dayanıklı bir turizm politikası ve uygulaması gerçekleştirebilmenin ilk adımı olabilir.

Yararlanılan Kaynaklar

Finney, C., 1979; Recreation, its effect on productivity. Recreation Management, December/January

Neyişçi,T., 1990; Turistik Tesisler ve Orman Yangınları. Orman Mühendisliği Dergisi, Eylül

Mieczkowski, Z. 1990; World Trends. American University Studies Series. Peter Lang, New York, Bern, Frankfurt am Main, Paris

Rossman, R.J., 1983; Participant Satisfaction With Employee Reaction. JOPERD, October

Yayın Tarihi
03.02.2019
Bu makale 2930 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!