Bilin ki hobiniz yoksa gerçek mutluluğu yaşamıyorsunuz demektir.
En son ne zaman kendinizi gerçekten coşku içinde hissettiniz?
En son ne zaman biri size gözleri ışıl ışıl baka baka, kelimeleri ard arda sıralamış heyecan içinde yaptıklarını ve yaşadıklarını anlattı?
En son ne zaman adım atacak haliniz kalmasa da eve mutlu geldiniz?
En son ne zaman doya doya güldünüz?
En son ne zaman yaşamak işte budur dediniz?
En son ne zaman okuduğunuz bir kitabı yaşarcasına başkasına anlattınız?
En son ne zaman elleriniz cebinizde ıslık çalarak avare avare dolaştınız?
En son ne zaman ekmek arası domates peynir yiyip en pahalı yemeği yemiş gibi “çok şükür” dediniz?
Bu soruları çoğaltmak mümkün. İşin özü en son ne zaman gerçekten mutlu oldunuz?
Artık mutlu olmakta zorlanıyoruz. Özellikle sanayi devriminden sonra kentleşmenin artması bireylerin yaşayabilmek için daha yüksek maliyetlere katlanması, uyku ve iş dışında kalan ve serbest zaman olarak nitelendirilen tercihe bağlı olarak kullanılan zamanın daha etkin tüketilmesi gerekliliğini, daha seçici olunması gerekliliğini beraberinde getirdi.
Bizi iş dünyası dahil hayatın kendisinden kaynaklı stresten uzaklaştırmanın neredeyse tek yolu, kendi kişilik özelliklerimize uygun, doğru zamanda yapılan serbest zaman etkinlikleridir. Serbest zaman etkinlikleri; kültürel, sanatsal, sosyal ve sportif olabilir, aktif veya pasif katılımla gerçekleştirilebilir. Diğer bir deyişle serbest zaman etkinlikleri hobi olarak da isimlendirilir ve dünyaya açılan pencerelerimizdir. Her hobi bizim gelişmemizi, sosyalleşmemizi, kendimizi gerçekleştirmemizi, birey olmamızı, mutlu olmamızı sağladığı gibi bedensel ve ruhsal faydalar elde etmemizi de sağlar.
Hobileri olan insanlarla konuştuğunuzda sizde mutlu olursunuz…
İki kişi ile olan sohbetim bu yazıyı yazmamı gerektirdi. Birincisi Fikret. Benim çocukluk arkadaşım Kayseri’de, hala da görüşürüz ve doyurucu bir paylaşımın içindeyiz. En son Ağrı dağı zirve çıkışının ardına memleket ziyaretinde görüştük. Doya doya ve gözleri ışıl ışıl neredeyse soluksuz ata binme öykülerini anlattı. Atların fiyatlarından tutun atların nasıl yetiştirildiğine kadar birçok konuda bilendim bu sohbetin içinde. Sanki Fikret’in atın üstünde iken hissettiği rüzgarın serinliğini onun sesinde hissettim ben de. Beni gittiği tepelere götürdü, onun sözlerinde baktım Kayseri Ovasına.
İkincisi Tayfun, gemi maketleri yapıyor. Kendisini bir arkadaşım aracılığıyla ilk kez tanıdım. Her geminin belirli bir oranda küçültülmüş minik modellerini yapıyor. Müthiş bir sabır gerektirdiğini söylüyor. Hatasız olmak gerektiğini, yoksa o ana kadar yapılan emeklerin boşuna gittiğini söylüyor. O anlatırken bende anlattıklarını hayatla ilişkilendiriyordum. Acemi aşıkların beceremedikleri ilişkileri yarım bırakılmış gemi maketlerini çağrıştırıyordu bende. Doyumsuz bir zevkle dinledim onu. Sanki gemi bordasına vuran dalgaların, gece sessizliğinde gıcırdayan teknenin gövdesinin sesi geliyordu anlattıklarında.
Bu kişilerin sayısını ve anlattıklarını çoğaltabilirim. Ama hepsinin tek ortak özelliği var “Hobilerinin olması”. Boş zamanlarında boş boş oturmuyor olmaları. Yaptıklarıyla hem bedenen hem de ruhen bir yolculuk içinde olmaları. Aslında Fikret ata değil belki de kendi ruhuna biniyor ve onun rüzgarıyla uçuyordu. Tayfun aslında gemi değil kendi ruhunu yontuyor ve müthiş bir sabırla kendi ruhunu başka ruhlarla birleştirip bir bütünü oluşturuyordu.
Diyeceğim o ki hobileriniz olsun. Ham de aktif olarak katıldığınız. Sizi hayatın içinde hem bedenen hem de ruhen dinlendirecek en önemli unsurlar hobilerinizdir.
Belki bir gün dağlarda yada bisiklete binerken ya da şiir okurken ya da bir gün batımında beraber yolculuk ederiz ve yarına birlikte varırız. Fikret oluruz, Tayfun oluruz, Faik oluruz.