Dışarıdan kahkaha sesleri geliyordu; sobe, sobe, sobe

 

Hafta sonu gelmişti, arkadaşlarım avluda oyun oynuyorlardı. O zamanlar bahçe duvarları yoktu, herkes istediği bahçede oyunlar oynardı. Büyükler hiç kızmadı. Çok heyecanlandım seslerini duyunca ‘’Ah kalkabilsem’’ diye geçirdim içimden ama serum şişesi henüz bitmemişti. Nasıl kalkacaktım bulunduğum yerden. Arkamı döndüm kapıya doğru dış kapı açıktı çünkü. Annem mutfakta benim için bir şeyler hazırlıyordu. Çamaşırları asmak için çıkmıştı dışarıya belli ki unuttu kapıyı kapatmayı. Duymamaya çalıştım sesleri bir müddet şarkılar söyledim içimden, belki giderler diye ama gitmediler. Ben de oynamak istiyordum. Artık neden ben demekten yorulmuştum. Sesler daha da kulağıma hoş gelmeye başladı, hepsini öyle çok özledim ki!

   Kalkmaya çalıştım yavaşta yatağımın yan tarafındaki duvara tutunarak ama beceremedim. Sonra tekrardan aynı şeyi yaptım ve oturmayı başardım. Hiç gücüm yoktu, duvara bile zor tutundum. Oturduğumda serum şişesinin içindekinin bittiğini gördüm ve ‘’Olley’’ dedim. Yavaşça kolumdaki serumu çıkardım. Elimin üzerine baktım ‘’Acaba damar yoluna taktıkları şu cihazı da çıkarsam mı’’ diye. Sonrasında ‘’Hayır’’ dedim. Çünkü artık kollarımda damar yolu bulamıyorlardı, elimin üstündeki damar yollarını kullanmaya başladılar. ‘’Yapma çıkarırsan yine çok acı çekersin’’ dedi bir ses bıraktım. Eee nasıl inecektim yataktan, kaymam kazımdı aşağıya doğru. Başarmak zorundaydım. Biraz uğraştıktan sonra inmeyi başardım. Şimdi upuzun bir yolum vardı kapıya gitmem için, belki dört metre falandı ama gelin bana sorun. Annem yatağımı öyle yere denk getirmişti ki hem camdan gökyüzünü seyrediyordum hem de dış kapıyı çok iyi görebiliyordum. Yavaşça kapıya doğru sürünmeye başladım. Sürünerek odamın kapısının önüne geldim. Bir hamlem kalmıştı dış kapıya ulaşmak için ama çok yorulmuştum. Kahkaha sesleri daha da çoğaldı, ne güzel eğleniyorlardı. Ardında güneşin gölgesini gördüm o da bana ‘’Hadi hadi az kaldı diyordu’’ sanki. Gitmeli görmeliydim onları. Biraz daha süründükten sonra kapı önüne geldim. Karşımda üç metre ilerimde söğüt ağacını gördüm. Sanki bana selam vermişçesine dallarını salladı. Belli ki o da özlemiş beni. Hasta olmadan önce çok iyi arkadaştık. Ama ben hastalanınca hastanede yattığım dönemlerde göremedim söğüt ağacımı. Dallarına dokunup hışır hışır seslerini dinlemek çok keyif verirdi bana. Şimdi dokunamıyordum bile ona. Arkadaşlarım kahkahaları söğüt ağacının mutluluğuna karıştı. İnemedim bir basamak daha. Kapıya çıktığımda koşarak yanıma geldiler, sarılıp öptüler.

  • Ne zaman iyileşeceksin, ne zaman oyunlar oynayacağız.
  • Bilmiyorum!
  • Biran önce iyileş ne olur, birlikte oynayalim.
  • Tamam!

Dedikten sonra arkamı döndüm yerime gitmek için. Başka diyecek sözüm yoktu. Döndüğümde annem arkamda ağlıyordu. Sesleri duyunca kapının önüne gelmiş konuşulanları duymuştu.

‘’Kısa zamanda iyileşecek çocuklar, yine eskisi gibi oynayacaksınız’’ dedikten sonra beni yerime götürmek için eğilip yerden kucağına aldı. Ama annemin bu söylediklerine ne annem ne de ben inandık.

Hiç kimse bilmedi, bilmeyecekti babamla doktor konuşurken benim duyduklarımı:

‘’Artık yapabileceğimiz bir şey kalmadı. Evinize götürün ve son günlerini mutlu yaşasın.’’

Yayın Tarihi
04.03.2018
Bu makale 1829 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!