'Ben Bilmem' diyebilmek...

Yaradılışımız gereği midir?

Ben bilmem…

Sevemedim gitti, gözümüze sokularak, dikte ettirilerek, kendimize söylenen şeyi yap(a)madığımız için kötü ve işe yaramaz hissettirilerek öğretilmeye çalışılan doğruları!

Hani insanın yapacağı varsa da yap(a)maz ya, pek bir tatlı gelir ya o çizgide inatlaşmak.

Bir de bu doğruları anlamanızı naifçe sağlayan, umutsuzluğa sürüklemeyen insanlar vardır. Onlar satır aralarında “Siz bilmezsiniz, ben bilirim” vurgusuna sığınmazlar. Ruhunuza öyle bir telden titreşim yaptırırlar ki… Hatırlatırlar, yanlışlar sarmışsa bile etrafınızı, kıymetli olduğunuzu. Aldığınız nefesin, oksijen israfına neden olduğunu bağırmaz sözleri, kalemleri…

Suçlamalara yer yoktur onların ifadelerinde, erişilemezlik tahtından bakmazlar bizlere. Tüm hatalarımıza ve saçmalamalarımıza karşın, sırf yaradanın emek verdiği, yaşatmaya layık gördüğü canlılar olmamızdan ötürü, pek bir kıymetli olduğumuzu hissettirirler öncelikle.

Bunu yaparken de “Ver coşkuyu” ifadeleri uğramaz lugatlarına.

Nasıl becerirler?

Ben bilmem…

Renginiz koyu bir kahveye dönebilir… Sevimsiz gri kalkıp gelebilir misafirliğinize. Ama mavi de uğrayabilir semalarınıza, dans eder yeşili alarak yanına, onları dinlerken yada okurken. Sihir burada mıdır?

Ben bilmem…

Davranış-sonuç ilişkisini vurgularlar, değersiz hissettirmek yerine. Koca kafalarımızın içinde taşıdığımız kıymetli organı düşünmeye sevk ederek…

Üstün Dökmen Hoca’nın bir ifadesi var. Doğan Cüceloğlu Hoca da vurgular bunu bir eserinde. “Doğada ceza diye bir şey yoktur. Bir çiçeği kopardık diye, bu çiçeğin koparılmayacağını öğrenmen için Ayı gelip sana bir tokat atmaz. Ancak o çiçeğin içine bakmaksızın ve içinde bir arı varsa, arı gelir seni sokar. Yani davranış - sonuç ilişkisi. Ceza yok.”

Okumayı, dinlemeyi çok sevdiğim Doğan Hoca’nın ve Ahmet Şerif İzgören Hoca’nın tarzları da bu yönde. Sanıyorum bu yüzden pek bir kıymet arz ediyorlar bende. Davranışlarınızın karşısında alacağınız muhtemel cezalardan bahsetmiyorlar. Sonuçlarını düşünmenizi sağlıyorlar sadece.

Doğan Hoca bir eserinde üvey annesi olan Ayşe Teyzeyi öyle bir anlatıyor ki; o fakir, çilekeş, feleğin üzerinde patinaj yaptığı kadının yerinde olmak istiyorsunuz neredeyse. Tıpkı Şerif Hoca’nın; eşeğinin tepesinde dağ bayır demeden köylerde yaşayan insanlar kitap okusun diye Rasim amcanın gezici kütüphanecilik yaptığı zamanları anlatırken, bırakın Rasim amcayı, cefakar eşeğinin yerinde olmayı isteyebileceğiniz gibi.

Ben bilmem demeyi sevmiyoruz,

Biliyoruz her şeyi.

Yok muydu herkesin bir yaşanmışlığı…

Fark etmiyor, düşünmüyor, düşman malı harcar gibi bol keseden yargılıyoruz…

Öyle ya… Ne de tatlı geliyor sırtımızı geriye verip, yaralaya yaralaya yargılamak.

Bilmiyoruz, “Ben bilmem” demenin erdemini…

Yayın Tarihi
03.05.2016
Bu makale 1960 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!