Atatürk’ü Ağlatan Arya…

09 Kasım 1963 Cumartesi gecesi Ankara Radyosu'nda Nevin Uluçam, Devlet Konservatuarı öğretmenlerinden Prof. Necdet Remzi Atak'la (1911-1972) bir söyleşi yapmış. İşte o tarihi yayında Hoca’nın anlattıkları…


"1934 - 1935 yıllarıydı. Yeni Köşk'te Atatürk'ün çok içli bir akşamıydı. Bize Tosca Operasını Avrupa'da hangi koşullar altında dinlediğinden, o zamanki dünya durumundan, kuşkularından, zevklerinden uzun uzun bahsetti. Bir şeye içleniyordu. Çok içleniyordu ve çok içli bir akşamdı. Tosca Operası'ndan Çavadarossi'nin ünlü aryasını birçok kez benden istemiş olduğu için hazırlıklıydım. Hatta bir yanlış yapmayayım diye aryanın notalarını bile yazmıştım ve cebimde bulunduruyordum. O gece de biliyordum ki sıra tekrar Tosca'ya gelecek. Adeta bekliyordum. Nihayet bana döndü, 'Çal bakalım şu Tosca'yı' dedi. Ben notayı çıkarttım, 'Hayır hayır, öyle değil notayı bırak, notasız çal' dedi. Notayı bıraktım, gözlerimi kapadım, konsantre oldum, başladım çalmaya. Bir iki nota çalmıştım ki, ‘Hayır hayır, olmadı bana dön bana çal, benim gözlerime bak öyle çal…’ dedi. Kendisine döndüm. Masada oturuyordu. Ona dönerek çalmaya başladım. 'Gene olmadı, bana daha yaklaş…' dedi. Yaklaştım, çok yaklaştım. Belliydi ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyor ve içinden çok eski zamanlara ait bir şeyler taşıyor, fışkırıyor, fışkırıyordu... En sonunda, 'Kemanın sapını omzuma dayayacaksın ve öyle çalacaksın…' dedi. Bir an için gözünüzün önüne getirin; tarihimizde yaşamış, yaşayacak en büyük Türk, bir sanatçıya 'Kemanının sapını omzuna daya ve o vaziyette en sevdiğim melodiyi çal…' diyor. Ben artık ibadet eder gibi, huşu içinde Çavadarossi'nin aryasını çalmaya başladım. Atatürk, gözleri kapalı, biraz madeni ahenkli, biraz kısık, çok tatlı, çok manalı sesiyle melodiyi söylerken gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu. Aryayı belki on beş kez tekrarladım…"

Prof. Dr. Remzi Atak’ın anlattığı bu anıdan da anlaşıldığı gibi Atatürk’ün en sevdiği yapıtların başında Tosca operasının yer aldığını söyleyebiliriz.

Atatürk’ün kurduğu Küçük Orkestra’nın şefliğini yapmış olan müzisyen Enver Kapelman (*), Atatürk’ün bu yapıta düşkünlüğünü şöyle açıklamaktadır.

“Mustafa Kemal, Sofya’da askeri ataşe olarak bulunduğu sırada, devamlı operaya giderdi. O sırada Tosca’da oynayan sopranoya hayrandı. Aradan geçen yıllar bu sevgiyi Ona unutturamamıştı. Akşamları Ona defalarca Tosca’dan parçalar çalardım.”

Tosca’nın aryasıyla ilgili Veli Laik’in de başından geçen ilginç bir anı vardır.

Viyana’da kurduğumuz bir hafif müzik orkestrasıyla bir süre Avusturya’da çalıştıktan sonra, aldığımız bir teklif üzerine İstanbul’a gelmiştik. Beş kişiydik. Rosenbaum (keman), Masarik (viyolonsel ve saksafon), Marcel Bi (piyano), Poldi (bateri) ve ben. Orkestramız 1933-37 yılları arasında Atatürk’ün emrindeydi. Sürekli olarak Park Otel’de çalışırdık, ama Atatürk her gittiği yere bizi götürürdü.

1935 yılında, Sıraselviler’deki Ateş Kulübü’nde Atatürk’ün yakını olan bir paşanın kızı evleniyordu. Düğüne Atatürk de onur vermişti. Törenin açılış dansını gelinle kendisi yapmak istemiş ama kulübün orkestrasını beğenmemiş. Bizi çağırttı. Acele Ateş Kulübü’ne gittik. Atatürk’ün çok sevdiği S.O.E. (Ich suche dringend Liebe) fokstrotunu çalmaya başladık ve Atatürk, gelin hanımla açılış dansını yaptı.

Bir ara Atatürk, bazı yakınlarıyla beraber ayrı bir odaya çekildi. Orada da müzik çalınsın istemiş. Oda küçük olduğu için Masarik ile ben gittik. Bir süre çaldıktan sonra Atatürk arkadaşlarına, “Size müzisyenlerin gücünü göstermek istiyorum” dedi.

Nota kâğıdı getirtti, Masarik’e uzattı, “Söyleyeceğim şarkıyı yaz” dedi ve Tosca’nın büyük aryasını söylemeye başladı. Masarik nota yazmasını pek bilmezdi. Bana baktı. Ben de ona “Almanca bir şeyler yaz…” dedim. Atatürk aryayı söylüyor, Masarik yazıyordu. Arya bitti ama Masarik’in yazdığı notanın parça ile hiç ilgisi yoktu. Atatürk notayı aldı, arkadaşlarına gösterdi ve her zaman müzisyenlere hayranlık duyduğunu söyleyerek bizi onurlandırdı. Sonra notayı Masarik’e uzattı ve “Şimdi bunu çalın…” dedi. Biz aryayı, notaya bakar gibi yapıp ezbere çaldık. Uzunca bir süre sonra Atatürk büyük salona çıktı. Biraz oturduktan sonra Masarik’in yazdığı notayı istedi, hemen getirip kendisine verdiler. O da yaverini çağırıp “Bunu kulübün orkestrasına ver, çalsınlar” dedi. Masarik ile ben Atatürk’ün masasında oturuyorduk. Ne yapacağımızı şaşırdık. Yavaşça ayağa kalktım, orkestranın kemancısına yaklaştım ve meseleyi söyledim. Orkestra elemanları nota kâğıdına bakıp inceler gibi yaptılar ve ezbere bildikleri aryayı çalmaya başladılar. Ben sevinçten yerimde duramıyordum. Çok güç bir durumdan kurtulmuştuk. Yavaş adımlarla yerimi almak üzere masaya döndüm. Tam oturacağım sırada Atatürk bana döndü ve “Olduğun yerde biraz dur…” dedi.

Sonra yaverini çağırttı, kulağına bir şeyler söyledi. Yaver büfeye gitti ve elinde bir bardakla döndü. Bardağı bana uzattı. Bir viski bardağına, ağzına kadar rakı doldurmuşlardı. Atatürk “Bir yudumda iç…” dedi. Yapılan sahtekârlığı daha başında anlamıştı ve beni cezalandırıyordu. İçkiye hiç dayanıklı değilimdir. Rakıyı bir yudumda içtim. Yan odalardan birine koştum, kanepeye uzandım. Bayılmışım.

Atatürk, yalnızca Tosca Operası’nı ya da Klasik Batı Müziğini değil, müziğin her türünü seviyordu. Hiçbir ayırım yapmadan müziğin bizzat kendini çok seviyordu ve insan yaşamında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanıyordu. 14 Ekim 1925’te İzmir Kız Öğretmen Okulu’nu ziyareti sırasında öğrencilerin “Hayatta müzik gerekli midir?” sorusuna verdiği şu yanıt bugün de aynı önem ve değeri korumaktadır:

“Hayatta müzik gerekli değildir, çünkü hayat müziktir. Müzikle ilişkisi olmayan canlılar insan değildir. Eğer söz konusu olan insan hayatı ise, müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat zaten var olamaz. Müzik, hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız müziğin şekli düşünceye göre değişir.”

Atatürk’ün en sevdiği “E lucevan le stelle” adlı aryanın sözlerinin Türkçe çevirisi…

"Parlardı yıldızlar
ve mis kokardı toprak,
Gıcırdardı kapısı bahçenin
ve bir ayak sesi gelirdi topraktan.
O gelirdi, mis kokusuyla,
kollarımın arasına düşerdi...
Ah, tatlı öpüşler, yumuşak okşayışlar...
Heyecandan titrerken ben
güzelliklerin örtüsü açılırdı!
Sonsuza dek kayboluyor aşk hayalim...
Zaman uçtu gitti...
Bense ölüyorum, çaresiz!
Hayatı hiç bu kadar sevmemiştim!"

(*) Enver Kapelman (1903 - ?)

On yedi yaşında Muzika-i Humayun’da keman eğitimine başlayan Enver Kapelman, Mustafa Bey, Zeki Bey ve Karl Berger ile çalışmıştır. Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası’nın ikinci keman grup şefliğini yapmış olan Kapelman, Ankara Radyosu Salon Orkestrası’nda şeflik, Musiki Muallim Mektebi’nde de keman eğitimciliği yapmıştır. Atatürk’ün huzurunda keman çalan Kapelman’ın Atatürk’le ilgili anıları “Marşlarda Türkülerde Atatürk” isimli kitapta yayınlanmıştır. (Hacı Angı, Angı Yayınları, 1982)

Ne acıdır ki yaptığım araştırmada Enver Kapelman’ın ölüm tarihini bulamadım.

Yayın Tarihi
18.03.2019
Bu makale 6043 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!