Yoksulluk önce çocukları vurur!

     Bir 23 Nisan’ı daha geride bıraktık. Tam da Milli Mücadele’nin ölüm kalım günlerinde, 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’nin 98. yaşını,  şayet sandıktan çıkarsa, “cumhurbaşkanı hükümet sistemi” gibi, icat edilmiş garip bir “yönetim tarzı” ile onay makamı düzeyine indirecek 24 Haziran 2018 seçimlerine 60 gün kala kutladık!

   Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın, ülkeyi yöneten “zatların” ellerinden gelse adını asla anmayacakları Mustafa Kemal Atatürk’ün armağanı olarak çocukların yüreklerinde, gönüllerinde nasıl yer ettiğini bir kere daha gördük. Çocukluğumuzu hatırladık, o zamanların heyecanını yaşlı yüreğimizde bu zamanlara taşıdık.

    Memleketi yöneten “zatlar” seçilmiş çocukları makam koltuklarına oturtup yıllık olağan gösterilerini yaptılar. Çocuklar da büyüklere soru sorarak veya  büyüklerin sorularını cevaplandırarak ya da memleketin nasıl yönetilmesine ilişkin bir şeyler söyleyerek gösterilere katıldılar.

BAYRAMDA SORULMAYAN SORULAR                                        

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda makam gösterilerine katılan çocuklar, kısa bir süre  koltuklarına oturdukları büyüklere ulusal egemenliğin “vücut bulduğu” TBMM’yi neredeyse  işlevsiz hâle getirecek rejim değişikliğine neden gerek duyduklarını sormadılar. Haklıydılar; çünkü ilgi alanlarına giren bir konu değildi.

    Çocuklar, kendilerine armağan edilmiş bu bayramda bir şeyi daha sormadılar: Eskileri ve bugünkülerle memleketi yöneten “zatlar” şimdiye kadar çocukların güvenliği, geleceği,  esenliği, mutluluğu için ne yapmışlardı, ne yapıyorlardı, ne yapacaklardı?

   Tecavüzcüleri dünyaya geldiklerine pişman edecek,  çocuk gelin sapıklarının kökünü kazıyacak etkili yasalar çıkarmışlar, koruyucu kurumlar oluşturmuşlardı da kimsenin haberi mi olmamıştı? Dinci tarikat okullarını, kurslarını kapatıp çocukları çağdaş, cumhuriyetçi, ilerici, yaratıcı, lâik milli eğitimin, yetkin öğretmenlerin güvenli ellerine mi emanet etmişlerdi? 

   Yoksa, müesses Türkiye kapitalizminin “patron vicdanında” kendine “bir sızılık” yer bulamayan yüz binlerce çocuğun çıraktı, stajyerdi, şuydu, buydu “kadrosunda” boğaz tokluğuna istihdam edilmesini yasaklamış, önleyecek tedbirler almış, yasal ve denetleyici düzenlemeler mi yapmışlardı?

   Memleketi yöneten “zatların” makam koltuklarında ağırlanan seçilmiş çocuklar keşke, böyle can yakan, baş ağrıtan, ağırlayıcı “büyüklerin” olumlu cevap veremeyecekleri; aslında gündemlerine bile girmemiş soruları sorabilselerdi. O “zatların” yüz ifadelerini görmek isterdim.

MİLYONLARCA  ÇOCUK  İÇİN SORULMALI  

23 Nisan 2018 tarihli Cumhuriyet gazetesinin  ekonomi sayfasında Şehriban Kıraç imzalı manşet  “Her Daim Emekçi” idi.  Haberin giriş paragrafı şöyleydi:

  “Bugün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Ancak bugünü bayram havasında kutlaması gereken milyonlarca çocuk ya fabrikalarda, ya sokaklarda mendil satarak, ayakkabı boyayarak ya da tarlada çalışarak geçiriyor.”

Şimdi,  negatif haksızlık edip,  çocuk işçiliğin sadece Türkiye’de yaşanan rezil bir sorun olduğunu söyleyecek değilim. Küresel bir sorun bu. 5-17 yaş arası yaklaşık 152 milyon çocuktan söz ediliyor.

    Türkiye’de resmi veriler (TÜİK 2016) 15-17 yaş arası çocuk işçi sayısı 708 bin. Bu çocukların 558 bini kayıt dışı; yani işverenlerin insafına bağlı, çok büyük olasılıkla asgari ücretin de altında  köle ücretiyle çalıştırılıyor. Sigortalı sayısı sadece 150 bin.

    Ama, hepsi bu değil. Resmi sınıflandırmada çocuk işçi kategorisine dahil edilmeyip aynı yaş dilimlerinde çırak veya stajyer adı altında kayda girenlerle birlikte çocuk istihdamı 2 milyona vuruyor. 6-17 yaş grubundaki çocuklar haftada 40 saat, 15-17 yaş grubundakiler yaklaşık 46 saat çalıştırılıyor.

     Okula devam etmeyen çocukların çalıştırılma süresi de ortalama 54,3 saat.  Son olarak, Türkiye’de 7 milyon 510 bin çocuk,  “şiddetli maddi yoksunluk” şartlarındaki hanelerde yaşıyor.  Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ndaki  makam kabullerinde milyonlarca  yoksul ve yoksun çocuğun “adı” yoktu. Seçilmiş çocukların da aklına gelmedi. Başta onları  köle ücretleriyle boğaz tokluğuna çalıştıran ”vicdan sorunlu” işveren tayfası olmak üzere, hepimizin vicdan borcu var! Tabii, ekonomi gazeteciliğinin de.

Yayın Tarihi
01.05.2018
Bu makale 1170 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!