(Bu yazı, dostum R Oruçhan Tansel ile sohbetimizin anısınadır)
Herkes üretici olduğunu düşünüyor olmakla birlikte ne yazık ki çok az sayıda insan üretkendir. Üretenler, kendisine, ailesine, çevresine, ülkesine, insanlığa katkıda bulunur/bulunmaya çalışırlar. Bu felsefede yaşayanlar için bunun hangi oranlarda gerçekleştirilebildiğinin pek bir önemi yoktur. Çünkü; Bu yaşam tarzında hedef; Ulaşılacak bir nokta olmaktan öte gidilen yoldur. Bu yolda ve bu amaçta olmaktır. Hedef, yolun kendisidir.
Üreten insanların hayatları hep daha iyi, daha ileri, daha başarılı olmak ilkesine endekslidir.
Birçok başarıya ve makama emsallerinden çok önce ulaşmış olmakla birlikte bununla yetinmeyi asla düşünmezler. Başarabilmenin hazzı hep daha iyiye yönelik denemelerin tetikleyicisi olarak yaşantıya yerleşmiştir.
Farkına varmadan önemli noktaları ve konumları üstlenirler. Birçok işin ve insanın çalışma mekanizmalarının lokomotifi olur ve işleyişin sorumluğunu alırlar. Nesnel varlıkları hep geri planlarda kalır. Endeksli oldukları başarının hazzı bambaşka bir şeydir. Bunun içindir ki
liderdirler, öndedirler, önderdirler.
Tüketiciler ise isimleriyle tanımlıdırlar. İçinde bulundukları döngüyü yaşarlar, kullanırlar ve tüketirler. Yapabildikleri tek üretim ise “mazeret” tir.
Ola ki üretkenler bir gün hata yaparlarsa ya da günah keçisi pozisyonuna düşerlerse tüketicilerin (yıllarca biriktirdikleri başarısızlıklarının, sıradanlıklarının ve acizliklerinin) tatmini için inanılmaz
fırsatlar doğar. Üretkenler, eleştirilerin ve bilgiçlik taslamalarının hedefi olurlar. Bu aşamada tüketenler için başarı; sizi ne kadar gagalayabildikleridir. Çünkü; Her eleştirilerinde bir eksikliklerini, her dedikoduda bir hatalarını ve her yorumda bir sıradanlıklarını örterler.
Böylece normalleşirler.
İslamiyetin yayılış yıllarının bilge ismi Sühreverdi Hazretleri bakın bu durumu nasıl tanımlamış:
“ Görmez ve bilmez misin ki;
Kuvvet ve kudret zamanında karşında el-pençe divan duranlar
kuvvet ve kudretten düştüğün zaman önce senin gözlerini oyarlar.
Çünkü; O hallerinin son şahidi kalmasın diye”
Başarıya, çabaya ve arayışa endeksli üretken insanlar çevrelerinden bu tavırları gördüklerinde en büyük travmalarını yaşar, “kalabalıkta yalnızlık” la tanışırlar. Hayatları boyunca ihmal ettikleri bu hazımsız ilişkiler sarmalında kendilerini en yakınlarına bile anlatmakta zorlanırken “çığlık çığlığa sessizlik” içinde kalırlar. Tüm insani kavramlarını ve değerlerini yeniden sorgulamaya başladıkları bu yeni dönemde yaşam alanı “buz gibi alevlerle” ve yapay samimiyetlerle tanımlıdır.
Bu büyük yaşam dönemeci sıradanların ve tüketicilerin asla anlayamayacağı kadar önemli bir dönemeçtir. Çok acıların yaşandığı, büyük sıçramaların başlangıcıdır. İşte bu anlar, özel insanların gerçekten yaradanı anlamaya başladıkları ve ona (şekil şartlarına bağlı olmaksızın) yürekten yaklaştıkları günlerin başlangıcıdır.
Sözün özü:
“ Büyük sıçrayış gerçekleştirmek isteyenler birkaç adım geri gitmek zorundadır. B Brecht