TÜRKOLOG

Tanrı Korku Unsuru mu, Sevgi Unsuru mu?

Fransa ihtilaline 97 yıl vardı. Yıl 1692 yılıydı. Fransa’nın Etrepagny  köyünde Teoloji bilgisi yüksek olan yoksul bir papaz yaşıyordu. Kendisi din adamı olmasına rağmen din yayıcılara ve din adamlarına karşı olumsuz düşüncelere ulaşmıştı beyninde…

Bu adam Jean Meslier’di (1664-1733).

Özetle şöyle düşünüyordu:

         Çıkar sahipleri, inanmadıkları şeyleri, halka inandırmakta mahirdirler. İnanmadıkları şeylere kendilerini inandırarak çıkar sağlarlar. Her din temelsiz bir binadır. Teoloji sistemleştirilmiş cehalettir.

          Çıkar sahipleri; Kendi arzu ve hilelerini Tanrı’nın eylemleri olarak halka sunarlar. İnsanlar tarih boyunca kendi düşüncelerine uygun bir Tanrıya inanmışlardır hep. Bütün dinlerde; kıskanç, intikamcı, öldürücü, yok edici, öldürmekten, vuruşmaktan hoşlanan, insanları kendi zevklerine göre ibadet ettiren, bir Tanrı’ya inanç vardır. O Tanrı’ya kuzular, tosunlar, çocuklar, insanlar, ve hatta milletler tümden kurban edilir. İnsanlar, şer’iatı koyanların ve rahiplerin tekrarladıkları, göklerin en yüksek bilinmeyen katından, indirildiği varsayılan ahlaka inanırlar. Başka ahlak tanımazlar. İnsan düşüncesi bu teolojik uydurmalar sonucunda şaşkınlaştı. Kendisine yabancılaştı. İnsan kendi gücünden kuşkuya düştü. İnsan tecrübesine güvensizlik duydu. Korkak ürkek bir insan tipi ortaya çıktı. Akıl ve düşünce aşağılandı. Ruhi otoriteye boyun büktü. Kendisini unuttu. Benliğini Tanrı korkusu sardı. Korkulan bir Tanrı algısı vazgeçilmezi oldu. Bu algıdan sonra şöyle düşünülebilir…

 Cinayet işlemek amansız bir vicdan azabıdır ki,

O azabı hatırından hiç çıkaramazsın.

Sen cinayet mi  işledin ki;

Tanrıdan her an korkup, O’nu hatırından çıkaramıyorsun.

Korkulan Tanrı’yı hatırından çıkaramadığın süreçe;

Düşünsek korkun;

Seni korku bağımlılığına götürüyor.

Kendini hür hissetmiyorsun.

Hür olmak ; kendiliğinden edindiğin korkulardan kurtulmaktır.

Hür olamamanın imkansız korku kaynağı Tanrı mı acaba?

Korku, insan aklının işlemesine engel bir duygudur. Tüm dinlerin temeli korkudur. İnsanoğlu maddi ve manevi belirsizlikte korkar, korkusu alışkanlık ve hastalık halini alır. Korkulacak  bir şey olmadığında, kendisini boşlukta ve mutsuz hisseder.

            Kavimlerin ve ilk yöneticilerin yasaları, Tanrısal korku yasalarıdır. Tebada korku hakim olmalı, düşünce gücü kırılmalıdır. Din yayıcılar veya mutlaki  yöneticiler, amaçlarının anlaşılmaması için, Kavimlerine  Gökyüzünü gösterirler, gökyüzü nimetleriyle tebayı uyuturlar. ‘’Bu açıkgözler, çocuksu  akılların süt anneleridirler. İnsanlara ninni söyleyip rahat uyumalarını sağlarlar..’’

             Hiçbir din Tanrıdan kuşku duymaz. Her dininin ana prensibi düşünen zekayı hırpalamaktır. Zekası hırpalanan insan korkak ve ürkek olur cesur ve özgür olamaz ve kendisini izah edemez. Bu kendini izah edemeyiş, hür  seçimlerde bile,  oy vereceği partinin sinyalini kutsal şeyhinden bekler. Kendisini devamlı kutsal bellediği bir güçe bağımlı hisseder. Bu güçte genelde Tanrı değil din sömürücüsü  tarikat şeyhlerdir. Tüm dinlerde böyledir. Bu kişiler en mahremlerini bile şeyhlerine feda ederler. Tanrı korkusunun yerini madrabaz tarikat şeyhleri almış, onlar Tanrıya giden yoldur artık müritlerin gözünde… İnsan insanlıktan çıkmış akıl çürümüştür. Baskılanan Tanrısal korku kişiyi bu hale getirmiştir.

            Anadolumuzda korkulmayan Tanrı bilincini Yunus Emre yaratmıştır. Yunus’un Tanrısı insanın gönlündeki sevgi gücüdür. Yunus kitaplarda anlatılan Tanrı ile alay eder.

Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir,

Varıp anın üstüne evler yapasım gelir,

Altında gayya vardır,içi nar ile pürdür,

Varıp ol gölgelikte biraz yatasım gelir.

        Türk’ün din algısı korkutan tanrıyı kabul etmez. Altaylarda atına binen Türk’ün kamçı sesi Urallarda,  Alplerde yankılanır. Kendisi zaten Tanrısaldır. Atilla’ya boşuna  ‘’Tanrı’nın kırbaçı” denmemiştir. Kendisi korkusuz olan Türk, korkulan bir tanrıya iman etmez. Türkle temas eden islam, Yesevi ile  sevgiye  evrilmiştir. 1491 yılında kurulan Galata Mevlevihanesi ile  Türkmen tekkeleri baskı altına alınmış, Kanuni devrinde Yunus ilahilerini okuyanların kelleleri Ebu su’ut fetvaları ile koparılmıştır. 1937 yılına kadar Yunus bilinmez.  Araştırmacı Burhan Toprak, 1937 yılında, Yunus Emre divanını taş baskısı aslından ortaya çıkarmıştır.

            Tanzimatla, medresse eğitimine tepki doğmuş, bu tepki Jön Türk ve İttihat Terakki ile milli bir hüviyyete bürünerek, Tanrı algılarında değişimler olmuştur. Tabiki bu gelişimde Fransız düşünürlerinin etkisi büyüktür.

             J. ROUSSEAU (1712- 1778); 1762 yılında yazdığı  EMİL adlı eserinde “Toplum hayatının sağladığı bütün yararlanmalar, emekle ödenmelidir. Çalışmak her insanın ödevidir.  Zengin, yada yoksul, güçlü yada zayıf, olsun çalışmayan her vatandaş namusuzdur..’’ demektedir. Bu bakış açısı Tanzimattan bu yana türk aydınının meşalesi olmuştur. Atatürk  ‘’Tek bir şeye ihtiyacımız var oda çalışmaktır ‘’ demiştir.

Benim arzum menfaatim arzum yok

Vazifem var, başka şeye lüzum yok…

Aklım gönlüm düşünmezler duyarlar

Oradan gelen emirlere uyarlar

Gözlerimi kapar vazifemi yaparım…

Ziya Gökalp bu şiirinde kutsi olan şeyin çalışmak ve vazife olduğunu söylüyor. Şiirinde Rousseau etkisi bariz şekilde görülüyor.

Milli şair M.Emin Yurdakul da baskılayan ,korkutan Tanrıya iman etmez.

 ‘’Bende esir yaratmayan bir Tanrıya iman var  ‘’ der. Acı çektirmeyen korkutmayan bir Tanrıya iman Türk milletinin vazgeçilmez Tanrısıdır. Dinlerde korku ve kurgu hakimdir. Türk din algısında sevgi ve merhamettir Tanrı.

            13 asır Yunus Devri şairlerinden Hoca Dehani  Tanrı ve cehennem ateşi ile korktan yobaz hocaya şöyle demiştir.

Od ile korkurtma va’iz bizi kıl-i nigar

Canımız bizim oda yanmaya mutat eyledi.

Yani… Ey hoca efendi..

Sen bizi cehennem ateşi ile korkutamazsın…

Zira bizi sevgilinin yanağı ateşte yanmaya alıştırdı.

    14 yüzyıldan sonra Türkün inandığı islam dini medresenin etkisiyle korku unsuru haline geldi. Bu olayda  ana etmen Yavuz Sultan Selimin medreseye yerleştirdiği ulema takımı etkendir. Din sevgi unsuru haline dönüşmelidir.

                                                                                                     

Kaynak:     

  1. Jean Meslier;  Sağduyu, Kaynak yayınları, 2012 istanbul                                                                            
  2. Max Beer; Sosyal mücadelenin Tarihi, Dorlion yayınları, 2017, İstanbul.
Yayın Tarihi
29.04.2020
Bu makale 1534 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!