Antalya’dan Korkuteli’ne doğru dağlara, yaylara tırmanmakla başladı son serüvenimiz. Sabahın yedi buçuğunda aniden karar vererek yollara düştük. Eşimin yıllar önce açtığı, arkadaşlarıyla birlikte asfaltladığı yolların öykülerini bizzat eski karayolcudan dinleye dinleye vurduk dağlara. Kaş, Kalkan’ı da görecektik ama esas yolculuk nedenimiz, çook eski, çok sevgili arkadaşlarımızı, çocuklarımızı ziyaret etmekti. Havalar da daha az sıcaktı. Hele yukarılara tırmandıkça serinledi. Korkuteli’nin yanık dondurmasının, Elmalı’nın köfte piyazının tadına baktıktan sonra, Kaputaş vadisine sarkmak için taze mıcır dökülmüş virajlı yollardan döne döne indik. Çam ağaçlarıyla bezeli dağlara el salladık. Ağaçların aralarında koşuşan keçilerle merhabalaştık. Aklımın bir ucunda da keçi Neşe vardı. Aşağı yukarı beş yıl önce henüz oğlakken tanıyıp sevdiğim, kendi adımı verdiğim, arkadaşımın okul ve mahalle arkadaşı olan, bilge çoban Memet’ten, özellikle, kesmemesi ve kimseye satmaması için ricalar ettiğim keçimi merak ediyordum. Tabi ki onu hiç unutmamıştım. O benim yerime dağlarda özgürlüğü meleyip dolanan bir canlıydı. Bir tane de Amerika da gezip dolaşan bir zenci Neşe vardı. Hiç görmediğim .Yaşamı boyunca hiç karşılaşmadığı halasının adını koymuştu, melez kızına ,Amerikalı anneden Türk babadan doğan yeğenim. Yaşamım boyunca beni sınırsız mutlu eden olgulardır bunlar. Sağda, solda tek tük olsa da hâla varlığını sürdüren Likya mezarları da gördük. O binlerce yıllık medeniyetlerden artakalan taşlar, sütunlar, heykeller beni o binlerce yıllara çeker götürür her bakışımda. Tanrım diye yüreğimden bir ses feryada başlar. Acaba bu taşlara kimler baktı, kimler işledi, kimler yonttu, kimler dokundu. Bizden sonra gelecek olanlara onlar kadar bile bir kalıntı bırakabileceğimizi ummuyorum.Acıdır ama gerçek . Sevgili arkadaşlarımın evleri, Yumru tepesi, Kavga tepesi ve Şahan Kayası adındaki üç tepenin ortasında kalan, vadinin içindeki Sarı Belen köyüne ulaştık. Yılın bir bölümünü kentte, diğerini köyde geçiriyordu köyün nüfusunun büyük bir bölümü. Tarlalarını ekip dikenler, keçilerini bakıp geçimlerini doğdukları topraklarda sağlayanlarda vardı. Aydınlık yüzlü, aydın insanlar yaşıyordu bu köyde. Benim adaşım keçinin sahibi çoban Memet bile lise mezunu, gayet kültürlü bir insandı. Sağ olsun geldiğimizi duyunca ziyaretimize geldi. Hemen adaşımın ne olduğunu sordum. Yaşıyormuş. Dört tane erkek yavru yapmış. başına buyruk, dağlarda gezip dolaşıyormuş. Diğer keçi arkadaşlarını da peşine takıp dağlara kaçıyormuş. Yine tepelerde olduğu için göremedim. İyi haberlerini aldım ya , yeter ,mutlu oldum. Sevgili arkadaşım Nazmiye de ,zeytin fideleri dikerek ,yeniden bir zeytinlik oluşturmaya sıvanmış. Karşı ki Yumru tepesinin eteklerinde sonsuzluk uykusuna yakan babacığı Kâtip de kızının çabalarından kim bilir ne denli mutlu oluyordum. Buraya kadar her şey güzel, iyi hoş, gece her boydan baykuş gelip ötüyor. Sabahın olduğunu bülbüller şakıyarak haber veriyor. Motor gürültülerinden azade bir sessizlik vadisi. Tam insanların ruhlarını dinlendireceği bir yerleşim parçası. Gök yüzünde yıldızlar parıl parıl. Yanıyordu. Bizim olduğumuz gece dolunay da tüm görkemiyle dağların üzerinden göründü. Eskiden gürül gürül akan suları yok oluvermiş. Gecenin ikisini üçünü beklemek gerekiyor, çamaşır yıkayabilmek, bahçelere su salabilmek, evdeki kabı- kacağı doldurabilmek için. Gündüzleri suyun damlası yok. O güzel vadide yaşayan, güzel insanların susuzluk çilesi ne zaman biter bilmem ama işleri zor. Yöneticilerin mutlak bir çözüm geliştirmesi şart. Susuz yaşanmaz. Dökme suyla da değirmen dönmez derdi büyüklerimiz. Allah yardımcıları olsun.
Huzur sessizliğiyle kaplı o vadide konuk olmak bizi çok mutlu etti. Hiç belli olmaz, bakarsınız kısa bir zaman sonra soluğu yine oralarda alırım. Belki adaşımla da buluşuruz bu kez..Serin serin esen rüzgârları soluyarak halleşiriz iki Neşe. Hele bayram yaklaşsın bakalım, gün ola harman ola.