Ses var görüntü yok

16.ncı yüzyıl başında başlayan tarihi kazı çalışmaları, mitolojik çağ ve sonrasında Anadolu’da yerleşmiş medeniyetlerin ortaya çıkarılmasında önemli bir görev üstlenmiştir. Özellikle Cumhuriyetin döneminde yepyeni bir kimlik kazanan arkeolojik kazı çalışmalarda ortaya çıkarılan Ören yerleri ile yetkililer acaba yeterince ilgileniyor mu . İşte cevabı… 

 

Açıkhava Müzesi.

Anadolu'daki tarihsel kalıntılar daha 16. yüzyılda Avrupalı gezginlerin dikkatini çekmişti. Nitekim ilk kazılar da, 19. yüzyılda Avrupalı arkeologlarca yapıldı.Bunlardan biri olan Alman arkeolog Schliemann'ın eski Troya kentinin yerini saptamış ve burada uzun yıllar kazı çalışmalarını sürdürmüştür. Ülkemizin gerçek bir Açıkhava müzesi niteliğinde olması sebebiyle Cumhuriyet döneminde arkeolojiye daha fazla önem veilmeye başlanmıştır.

1931'de Türk Tarih Kurumu, 1934'te İstanbul Üniversitesi'ne bağlı Türk Arkeoloji Enstitüsü, iki yıl sonra da Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kuruldu. 1933'te Türk Tarih Kurumu adına ilk kazılar, Hamit Zübeyr Koşay başkanlığında Ahlatlı bel’de yapıldı. Ayrıca Türkiye’de 1930'lardan başlayarak Alman, Fransız, İngiliz ve Hollanda arkeoloji enstitüleri kuruldu. Bu dönemde yerli ve yabancı uzmanlar birçok eski yerleşim bölgesinde araştırma ve kazılar gerçekleştirdiler. Kazılardan çıkarılan eski yapıtları korumak ve sergilemek için yeni müzeler açılmıştır. Bunların başında, dünyanın en önemli arkeoloji müzelerinden biri olan İstanbul Arkeoloji Müzesi gelmektedir.

Ancak yazının amacı Arkeolojik kazı çalışmaları ve İstanbul ile Ankara’da bulunan görkemli müzelerden bahsetmek değil. Konumuz Kuzeyden güneye, Doğudan batıya Ülkemizde yapılan Arkeolojik kazı alanların ( Ören yerleri ) yıllardır ihmal edilmiş, kendi haline bırakılmış, üzücü ve düşündürücü hali.

Evet, Yıl 1985, Pamukkale Hierapolis Ören yerindeyim, bir otobüs Alman turist ve ben bu insanlara burayı anlatmaya çalışıyorum. Konsantrasyonum sürekli dağılıyor, yeni rehberim, ören yerinde gördüklerim beni utandırıyor. Her taraf çöplük, koyunlar tarihi kalıntıların içerisinde otluyor.Etraf sahte tarihi madeni para satmak isteyen köylü çocukları ile dolu.

Tarih hırsızları etrafı talan etmiş, mübalağasız tüm mezar taşlarının (Tümülüs ) yan kısımlarına delikler açılmış ve kırılmış. Taş üstüne taş bırakılmamış.

Turistler şaşkın, bilinçli olanlar ve biraz mantık yürütenler tarafından soru yağmuru altında kalıyorum. Neyi anlatacağım, nasıl başlayacağım. Evet, soru yağmuru altında başlıyorum anlatmaya. Olur böyle vakalar burası Türkiye demek olmuyor tabii. Ama oluyor, meslek aşkı tüm bunların üstesinden geliyor. Tanrılar benden yana, her soruya makul bir cevap. Bugünde şiş ve Kebabı yakmadık nitekim.

Buranın koruması ise önce Allah’a sonra olup bitenleri sessizce izleyen ve beklide en canlı şahit olan asılık ağaçlar. Onlarda yılların yorgunluğu içinde Rüzgarda savrulan yaprakları ile bir şeyler anlatmaya çalışıyorlar ama nafile. Bu ve buna benzer olumsuzluklar aynı nakarat halinde Afrodisias’ta, Priene, Milet ve Didyma ( Didim ) Fethiye kaya mezarlıklarında, Sardis, Bergama ve Truva’da görmek ve dinlemek mümkün. Ya daha önceleri göz göre göre yurt dışına kaçırılan birçok tarihi eserler, köylüler tarafından temel taşı olarak kullanılan tarihi mermer ve sütunlar ( Örnek Didim ) Bu konuya hiç değinmeyeceğim.

Yıl 2001, geçen süre içerisinde değişen bir şey var mı diye bakıyorum, bu sefer rehber değilim, rahatım anlayacağınız. Nasıl bıraktım, nasıl bulacağım heyecanı ile gidiyorum bazı bölgelere. Ancak aynı sancılar yine başlıyor bende, çünkü değişen bir şey yok.

 

Ören Yerlerin Koruması ve Çevre düzenlemesi.

İnsanın haykıra haykıra ağlayası geliyor. Tarihin dili olsa belki teselli edecek. Mazlumu oynamak çok kolay, ancak çaresiz ve savunmasız olana vurmak inanın yakışık almıyor.

Evet, ören yerlerimiz çaresiz ve savunmasız. Müze müdürü dostlarla konuşuyorum, ödenek yok diyorlar. Oysa buraların yıllık gelirleri yabana atılacak cinsten miktarlar değil. Paraların

Büyük kısmı Bakanlığa gidiyor, oradan nasıl bir dağılım yapıldığı ayrı bir tez konusu.

Oysa gerçek şu ; 2000’li yıllarda Pamukkale’de bulunan Hierapolis Ören yerinde Bakanlık ödenek ayırmıyor diye 1 veya 2 bekçi ile güvenlik sağlanmak isteniyorsa, çevre düzenlemesi için kadro tahsis edilmiyorsa bu başta Bakanlığın olmak üzere tüm yetkililerin ayıbıdır.

Bu durum başka Ören yerlerinde farklı değildir. En güncel olumsuzluk Aspendos’ta ayağı kayıp düşen bir Fransız bayan turiste ambulans müdahalesi ancak 1 saat sonra yapılabilmiştir. Olayın sorumluluğu bu olaya sebebiyet veren tüm yetkililerdedir.

Merak edenler Bakanlığın sitesini incelesin. Arkeolojik kazı ve Ören yerleri ile ilgili her şey gayet güzel İzah edilmiş bulunmaktadır. Neyin nasıl, ne zaman, yapılacağına dair uygulama prosedürleri detaylı olarak izah edilmiş, İnsanın göğsü kabarıyor. Anlaşılıyor ki büyük emek verilmiş. İşte size konumuz ile ilgili bir örnek :


KÜLTÜR ve TABİAT VARLIKLARINI KORUMA YÜKSEK KURULU

İLKE KARARLARI

T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI                KORUMA YÜKSEK KURULU:

ARKEOLOJİK SİTLER, KORUMA VE KULLANMA KOŞULLARI

d) bendinde yazılı koşul: Taş, toprak, kum vb. alınmamasına, kireç, taş, tuğla, mermer, kum, maden vb. ocakların açılmamasına, toprak, cüruf, çöp, sanayi atığı ve benzeri malzeme dökülmemesine,

Bakanlık bu işin uygulama kısmını edebi olarak çok güzel izah etmiş ancak yaklaşık 22 senedir açık havada benim olumsuz izlenimlerim böyle. Oysa bu olmamalı. Bizler artık bu gibi olumsuzlukları konuşuyoruz olmamalıyız. Yapılan her iş emek ve saygı ister, bunun başka bir alternatifi yok. Saygısızca yapılan çalışmaların karşılığını bizler yine hak ettiğimiz şekilde almıyor muyuz ? Turizm, Arkeoloji ve Müzecilik masa başı işi değildir. Araziye çıkmak ve her şeyi yerinde görmek gerekir. Olumsuzlukları görmemek ve düzeltmemek konusunda dünya sıralamasında sanırım ilk 3’e girme şansımız çok fazla.

Ülkemizde 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinin plansız ve programsız çoğalmasına rağmen, elbette sevindiricidir. Bir Ülkenin tarihi değerlerine karşı ilgisizliği Turizm sektöründe çok büyük kayıplara sebebiyet verebilir. Unutulmamalıdır ki bir Ülkenin hele hele Türkiye gibi birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, Açıkhava Müzesi niteliği taşıyan bir Ülkenin, tarihi değerlerine karşı sergilenen ilgisiz ve vurdum duymaz duruş, hiçbirimize yakışmamaktadır.

Ören yerlerinin halini görerek ister istemez ses var görüntü yok diyesi geliyor insanın.

Turizm ve Arkeoloji aynı kulvarda paralel giden ve birbirini tamamlayan olgular. Peki, Turizmi de hesaba katmayalım, bizden sonraki nesillere nasıl tarih mirası bırakacağız. Aynen Osmanlının durumuna düşeceğimizden endişe ediyorum. Osmanlının mazeretleri çoktu, bizler pek mazerette bulamayacağız. Kaldı ki bizden sonraki nesil çok daha bilinçli ve aklı başında, bizleri sadece ‘ tarih mirasımızı peşkeş çektiler’ diye yargılamayacak ve arkamızdan çok daha ağır konuşacaklar. Mezarda sıkça yön değiştirerek ne tarafa döneceğimizi bence şimdiden iyi hesap edelim.



Can Bekin – cbekin@gmail.com - www.canbekin.tr.gg

Yayın Tarihi
26.08.2008
Bu makale 11054 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!