Sandığın önemi

Yazılı ve görsel basından izlediğimiz kadarıyla, iktidar ile muhalefet çatışmalarından anladık ki iktidarın yönetimi tam bir şirket idaresi.        
  Şirketlerin, özellikle başkalarına hizmet veren yüklenici firmaların, genel müdürlüklerine bağlı “yorumcu” diye adlandırılan mühendisleri vardır. Görevleri, alınan ihale sözleşmelerini ve teknik şartnamelerini kelime kelime yorumlayarak, sözleşme içinde belirtilenlerin dışında kayda değer farklı şeyler bularak, şirketlerine çıkar sağlamaktır tüm amaçları. Zaman zaman -argo deyimle- ortaya “yerse” diye çeşitli teklifler atılır, eğer karşı taraf bu konuda hazırlıklıysa yutmaz tabii ki. Çoğunlukla tekliflerinin doğru olmadığını bile bile ısrar ederler ve utanmadan zorlarlar üstüne üstlük, çünkü bu bir ticarettir. Sözünü ettiğim konularla ilgili, Bayındırlık Bakanlığı arşivleri tıka basa doludur, hatta mahkeme arşivleri de...
Fakat devlet idaresi öyle değildir. Devletin üst kurumları ticari zihniyetle çalışmadıklarından, en az onlar kadar bu işlere hazırlıklıdırlar. Evet, devlet bir ticarethane değildir. Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik, sosyal ve anayasası olan bir hukuk devletidir. Başbakan Tayyip Erdoğan ikide bir; “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünü işine geldiği gibi yorumlamaktadır. Oysaki maddenin, yoruma gereksinimi yoktur ve suç işlenmektedir.
Madde 6: Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz.”
Bu maddenin ikinci cümlesinde açıkça ifade edildiği gibi, millet bu egemenliğini anayasanın Madde 75; Türkiye Büyük Millet Meclisi (Yasama), Madde 101; Cumhurbaşkanı(Yürütme), Madde 138; Yargı, kanalıyla kullanır. Yasamanın Başı; TBMM Başkanı, Yürütmenin Başı; Cumhurbaşkanı’dır. Başbakan ise; Yürütmenin ikinci adamı konumundadır.
Başbakanının konuşmalarından, bu kuvvet ayrılığına karşı olduğu anlaşılıyor. Tüm yetkileri tek bir yerde, yani TBMM’sinde toplamak istiyor. Anayasal gerçekleri bilmediğini sanmıyorum. Başbakan o kutsal cümleyi sıkça söyleyerek, halkı yanlış düşüncelere yönlendiriyor, ortalığı iyice geriyor.
Gözlemlerim sonucunda devlet, bir müteahhit bakışıyla yönetilmek isteniyor ama halk, her şeyin bilincinde artık. Başbakanının geçmişte imâ ettiği gibi “koyun” değiller yani!..
Muhalefet partilerin, nasıl bir düşünce biçimiyle de savaştıklarına herkes gibi ben de tanık oluyorum.
Açıkçası; sinekten yağ çıkarmaya çalışan, devlet erklerini tek elde toplamaya uğraşan bir görüşe karşı, cumhuriyete ve laikliğe sahip çıkmak adına, yanıtımızı sandıkta vermemiz gerekliliğine bir kez daha inandım.

 Halk arasında bazı öyküler, özdeyişler veya öğüt veren fıkralar vardır. Hiçbir zaman güncelliklerini yitirmemişlerdir, yoruma açıktırlar. Bugün seçim sürecinde sizlere, günümüzle örtüşen fıkrasal bu öyküyü, kıssadan hisse çıkarmanız için aktaracağım:
  Bir köyün camisinde imam, cemaate vaaz vermektedir. Ansızın içeri dalan bir köylü, köyü sel basmakta olduğunu haber verir. Bütün cemaat hemen kendilerini dışarı atıp kaçar. Sadece imam, bütün ısrarlara karşın köyü terk etmeyi reddeder ve Tanrı'nın kendisini koruyacağını söyleyerek camide kalır. Kısa bir süre sonra sular camiye ulaşır, imam çaresiz minareye çıkar. Sular minarenin ilk katına yükselirken bir tekne imamı kurtarmaya gelir. Ancak dinîbütün imam, Tanrı'nın kendisini koruyacağını söyleyerek tekneye binmez. Sular yükselir. İmam ikinci kata çıkmak zorunda kalır. Bir tekne daha gelir, ancak imam yine Tanrı'nın kendisini koruyacağına inancının tam olduğunu söyleyerek tekneye binmez. Sular iyice yükselir. İmam artık minarenin en tepesindedir. Bir helikopter yaklaşır.
  İçindekiler, durumun kötü olduğunu anlatarak, imama helikoptere gelmesi
konusunda ısrar ederler. İmam, helikoptere binmeyi de reddeder. Bir süre sonra sular iyice yükselir ve imam boğularak ölür. Kendisini ahretin kapısında melekler karşılar.
  "Hoş geldiniz, buyurun..."der melekler.
  "Cennete girmek istediğimden emin değilim" diye yanıtlar imam.
  "Neden?.."diye sorar melekler.
  "Tanrı'ya biraz kırgınım da...."der imam.
  "Ne oldu ki?.."der melekler şaşkınlıkla.
  "Ben hayatımı ibadet ederek geçirdim, insanlara hep iyilik yaptım, günahtan uzak durdum. Yaşadığım köyü sel bastı, herkes kaçtı ama Tanrı'nın beni kurtaracağına inandığımdan ben kaldım. Görüyorsunuz ki şimdi buradayım..."
  Tam bu sırada yukarıdan Tanrı'nın sesi duyulur:
"Salağa iki tekne, bir helikopter gönderdik. Böylesine geri zekâlının benim katımda da yeri yoktur."
  Yukarıdaki fıkrayı milletimize uyarlamaya kalkacak olursak, büyük olasılıkla Tanrı o gün geldiğinde, bu ülke insanlarına şöyle seslenecektir:
  "Bu salaklara örnek alsınlar ve onu izlesinler diye Mustafa Kemal
Atatürk'ü gönderdim. Musibetlerden kurtuluş yolunu, onun eliyle
bunlara göstermeye çalıştım. Ama onlar hâlâ cami minaresinden medet umuyorlar ise benim katımda da yerleri yoktur...."
  Ya da sözün özünü ben söyleyeyim:
 “Sen önce eşeğini sağlam kazığa bağla, sonra Allah’a emanet et” derler bir de!

 

Yayın Tarihi
14.12.2013
Bu makale 8592 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Çok güzel ifade edilmiş.

Mustafa Kemal Uzman 23.12.2013

ellerine yüregine kalemine saglık güzel ablam alacagımı aldım teşekkürler kardeşin hazani

ERDOĞAN BEKTAŞ 17.12.2013

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!