Pusuladaki Not

Nietsche,üstün insanı,”Batarken bile, başka Dünya’ların sırtında doğan Güneş” olarak tanımlıyor. Atatürk aradan geçen onca yıla karşın bir Güneş gibi parlamaktadır. Bütün üstün insanlar, büyük devrimciler yalnız insanlardır. Onların yalnızlığı, yeryüzü doruklarının yalnızlığı gibidir. Hem yeryüzüne hakimdirler, hem de yeryüzü adına atmosferle, gökyüzüyle en büyük savaşımı onlar verirler. En çok onlar aşınırlar.

Toplumlarının doruğunda yaşayan büyük insanlar, çevrelerinde, çıkarcıların, soytarıların, ajanların oluşmasına izin vermezler. Her dönem için de geçerli olan bu cümlenin, üzerine yazacak ve konuşacak çok şey olsa gerek. Büyük insanlar için idealleri önemlidir. İdeallerini büyüterek yollarına devam ederler. Geleceği görür ve yeniden şekillendirirler. Engelleri kaldırır, direnişleri kırar, toplumu sürükleyip götürürler. Mitolojideki Zeus gibi, doruklarda yaşayıp, doruklarda kalmak zorundadırlar. Toplumun en önünde oldukları için yalnızdırlar. Yalnızlık onlara yakışır. Çünkü, yalnız olmasalar büyük adam değil, sıradan bir adam olurlar. Atatürk de yalnız bir devrimciydi. Bu yalnızlığını ulusuna olan sevgisiyle aştı. 1936 yılında ABD’ li gazeteci “mutlu musunuz” diye sorduğunda, şu yanıtı verdi :
“-Mutluyum...Çünkü başardım..!” Evet, Atatürk mutluydu başarmıştı, Ancak günümüzde yaşayabilmiş olsaydı, yine mutlu kalabilecekmiydi??

 

Sizlere Kurtuluş mücadelemizde yaşanan bir minik öykü paylaşacağım… Çünkü birlik ve beraberlik gerektiren çok kritik bir dönemdeyiz…

 

Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı, Kimi
Bosnalı, Kimi Azerbaycanli, Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli. Yani kimi Türk, kimi Kürt, Kimi Çerkez, Kimi Boşnak, Kimi Arnavut. Çok sayıda yaralı getiriliyor…
Bunlardan biri Lapseki’nin Beybaş köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes
alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından.
”Ölme ihtimalim çok fazla… Ben bir pusula yazdım… Arkadaşıma ulaştırın…”
Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “Ben…Ben köylüm Lapseki’li İbrahim Onbaşından 1 Mecidiye borç aldıydım… Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin.”
”Sen merak etme evladım.” Der komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar. Az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de “Söyleyin hakkını helal etsin.” Olur…
Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getirilmektedir. Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşmektedir. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılmaktadır.
İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat  bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzüne kapatır, ne titremesine, ne de göz yaşlarına engel olamaz…
PUSULADAKİ NOT:
”Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil’e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim.”

İşte Çanakkale niye geçilememiş anladınız mı? Birlik, beraberlik, tek yürek ve yumruk olunduğu için. Alt kimlik üst kimlik tartışmaları olmadığı için. Önemli olan tek vatan değilmidir? Önemli olan insan olmak değilmidir?

 

Ha Türk, Ha Kürt, Ha Lâz, Ha Çerkez, Ha Arnavut ha, her neyse işte…
Siz söyleyin şimdi, bu olayın neresindesiniz?

Yayın Tarihi
17.08.2011
Bu makale 10628 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!