Popülist ve oportünist yaklaşımlar aşağı yukarı birbirlerine benzeyen anlayışlar olup, özü itibarı ile biri günü birlik diğeri en âlâsından(!) fırsatcılık demektir malumumuz. Her ikisi de köksüz, temelsiz, sürdürülebilir olmayan geçici, kişi ve keyfiyeti temelli tutumlardır.
Oysa insan; Kesin kes toplumsal bir canlıdır. Tam da bu nedenle toplumlar da canlıdır. Bu demektir ki.. birbirini hem etkileyip hem de belirleyebilmektedirler.
Hal böyle iken;
Nihayet ortaçağ karanlığına sürüklenmeye çalışıldığımız süreçte, kendi kültürümüzü yaşadığımız topraklarda, Atatürk Cumhuriyet’inin yaklaşık yüz yıllık demokratik, lâik, sosyal, hukuk devleti olma pratiğinde eleştirilmesi gereken,
- Birey midir?
- Toplum mudur?
- O toplumun bireylerinden oluşan milletin vekilleri midir?
Yok yoksa çözümsüzlük olarak yaşanan sorunsallar; Tam da kişilerinin bağımsız bireyler olamadığı toplumumuzda, bireyin kendi derdinde vekillerinin de kendi dertlerinde(!) olmasında mı yatmaktadır?
Diğer bir yandan; İç mihraklar mıdır, dış güçler midir, örtüşen çıkarlar mıdır, v.s, v.s..
İyi de, İNSAN BUNUN NERESİNDE!
Bunlar pek eski sorulardır ve cevapları kendi çağında, çağının nesnel koşullarınca cevaplanmaya çalışılmıştır. Ancak en geniş kitlelerde hâlâ ilgi uyandıramamaktadır hey hat! Hal böyle olunca da kitlelerin popülist sancılarda ve/veya oportünist kaypaklıklarda yüzmesi kaçınılmaz olmaktadır maalesef.
Bitirirken, demem o ki;
Bu kolaycı, duyum üzere, bilgi toplamadan, anlamaya çalışıp, düşünüp-sorgulamayan pek rahat olup bir yandan da yanılma ya/ya da yanıltma ihtimali kuvvetli köksüz, temelsiz ve dahî mesnetsiz keyfi tutum sandık vasıtası ile çoğunluk çarpıtılıp üstelik kader olarak da burnumuza dayatılmakta.
Demiyorlar mı tam da bugünlerde pişkin, pişkin, “kitle böyle istiyor”
- Derler tabii..
Sağlıcakla..