Gelişmiş ülkelerde briç, king ve satranç gibi
oyunlar oynanıyor.
Kuralları var ve standart.
King’ te koz kazanıyor, satrançta şah, briçte
ise kupa en değerli kağıt.
Bu kurallar yere, kişilere, kurumlara ve
zamana göre değişmiyor.
İyi oynamak ve kazanmak istiyorsanız; bütün kağıtları saymak,
adımları çok iyi takip etmek, kurgu yapmak ve
planlı oynamak durumundasınız.
Başka şansınız yok.
Oynanmaya değer olabilmek için bile iyi olmak gerekli.
Genel hayat tarzından ve oyunlardan gelen
kültür bu.
Bu nedenledir ki;
Çalışmaya paralel başarılı olunabileceği
tezine inanıyorlar.
Çalışmanın planlı ve sistematik olmasının daha
da doğru olduğu tezine inanıyorlar.
Öğrencilik hayatında başarılı olabilenlerin iş
hayatında da başarılı olabilecekleri
tezine inanıyorlar.
Biz inanmıyoruz.
Bizde hayat da böyle değil, oyunlar da. Emeğin
değeri yok.
Bu nedenledir ki inanmıyoruz, inanamıyoruz.
Bizde yaşam başlı başına pişti.
Dolayısıyla geçerli oyun da pişti, geçerli hayat
kültürü de pişti.
Hiç kağıt saymasan bile, hiç kurgu yapmasan
bile, hiç strateji geliştirmesen bile,
tesadüfen bir ya da birden çok pişti yapabilir, oyunu kazanabilirsin.
Bu nedenledir ki gençlerimiz; çalışmaya, hedeflenmeye ve uzun vadeli planlı
olmaya inanmıyorlar. Okullara, stajlara, girişimciliğe, yeni fikirlere
inanmıyorlar.
Hedefleri altın vuruşu yakalamak ve pişti yapmak.
Hep bir fırsat, hep bir tanıdık, hep bir
vurgun peşindeler.
Ne de olsa büyüklerinden ve
çevrelerindekilerden gördükleri bu.
Ne de olsa geçerli olduğuna inandıkları sistem
de bu.
Büyüklerde de bilinçaltı aynı görüş hakim.
Siyasi, idari ya da yasalara uydurulan
fırsatların peşindeler.
Fırsatlar bitse de olmayacak işi fırsat haline dönüştürme peşindeler.
Adil olma, ahlaklı olma, erdemli olma, bilge
olma, giderek anlamını yitiriyor.
Sözün özü; tek “hırs” egemenleşiyor,
“Güç bende olsun bu kavramları satın alırım”