YARINA YOLCULUK

Pembe Panter

Küçücüktüm. Pembe elbiselerim, pembe pabuçlarım, pembe çoraplarım, pembe özlemlerim, pembe rüyalarım, pembe hayallerim ve pembe panterim vardı valizimde.

Dayıma gidiyorduk. Annem kardeşime hamileydi. Doğuma kadar beni dayıma bırakıp gittiler. Beni yalnız bıraktılar. Pembe panterim ailem oluyordu. Anne, baba, arkadaş, her şeyi beraber yapıyorduk. Her yere götürdüm onu. Birlikte yemek yiyorduk, uyuyorduk, banyo yapıyorduk, parka gidiyorduk ve sohbet ediyorduk.

Bir gün dayım eve sinirli geldi. Ben pembe panterimle yan yana duruyordum. Dayım gözünü pembe panterime dikti. “Hep bu uğursuzun yüzünden elmalar olmadı bahçemde. Uğursuz yaratık” diye bağırdı ve elimden kapıp pembe panterimi sobaya attı.

Sobaya bakıyordum.
Donup kaldım.
Ellerimi yumruk yapıp sıktım, sıktım, sıktım…
Deli gibi ağlamaya başladım.
O günden sonra üç yıl kekeledim, konuşamadım.

Sadece Pembe Panter değildi dayımın yaktığı. Pembe özlemlerim, pembe düşlerim, pembe hayallerim, pembe ailem, pembe dostumu yakmıştı. Pespembe umutlarımı tek seferde sobaya atıp yakmıştı.

Lütfen çocukların ya da büyüklerin, kısacası insanların pembe panterlerini sobaya atmayın olur mu?

Bu yazıyı benim çok sevdiğim bir öğrencim yazdı bana. Kendisini asla kırmamamım gerekçesi olarak.

Yıllar öncesinde “Grafiti” diye bir kitap okumuştum. Her ikisi de çocukların yazdıkları hala aklımda kalan iki yazı vardır. Birinde çocuk anne babasına sitem ederek, “bana hayat verdiniz ama uğrunda yaşanacak bir şey vermediniz” diyordu. Diğerinde ise “insanların umutlarını kırmayın, bazen sahip oldukları tek şey odur” yazıyordu.

Ne kadar da örtüşüyor değil mi öğrencimin bana yazdığı yazıyla. Dayısı onun daha çocukluk döneminde her şeyiyle bütünleştirdiği ve içselleştirdiği oyuncağını Pembe Panterini sobaya atmıştı. Minnacık bedeniyle nasıl savunabilirdi kendisini, hayallerini, umutlarını, Pembe Panterini.

Acısı veya öfkesi o kadar büyüktü ki dayısına boşaltamadığı için kendisine zarar vermiş, kekelemişti.

Halbuki o Pembe Panter, dayısı için uğursuzdu ya da önemsiz bir oyuncaktı. Kırıvermişti, atı vermişti, tüketivermişti. Ne önemi vardı ki onun için. Onun için her şeyi olan bir şeyi o, yakmıştı.

Büyükler her daim küçükleri ve küçüklerin sevdikleri her şeyi korumakla görevlidirler, zorunludurlar. Aksi halde yarınların suçlularını yetiştirirler. Her çocuk doğuştan masumdur. Her çocuk doğuştan temizdir. Sonra büyükler kirletir onların dünyalarını, hayallerini, umutlarını.

Şimdi yetişkin bir kız olan ve hala içindeki çocuğun kekelediği öğrencimin bu öyküsünün karşılığı olarak Koca Adam isimli şiir kitabımda yayınladığım SEV isimli şiiri umudu kırılmış tüm çocuklara armağan ediyorum.

SEV

Canım!
Görebileceğin kadar uzaktaki dağı,
Tutabileceğin kadar uzaktaki bulutu,
Koklayabileceğin kadar çok çiçeği
Önce Kendini,
Sonra Beni,
Daha sonra da,
Sevebileceğin kadar çok ÇOCUĞU sev.

Yayın Tarihi
08.04.2009
Bu makale 12328 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Elinize ve yüreğinize sağlık... Teşekkürler...

gül acar 17.04.2009

çok güzel yazı olmuş yüreğinize sağlık eşsiz hocam,

mehmet gündoğan 15.04.2009

Büyüdükçe pembe hayallerden vazgeçip farklı renklerde hayaller kurmuyor muyuz hepimiz? Pembe hayallerimiz bencillikle, sevgisizlikle, sevmeye korkanlarla, saygısızlıkla... kaşılaştıkça çağımız toplumunda grileşmiyor mu? Umutlarımızın pembe kalması dileğiyle...

Rüya CAN 08.04.2009

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!