Özgürlük ve demokrasi, uygarlık ve uygar olabilmenin her biri en az diğeri kadar önemli ve tam da birbirini kucaklaması gereken iki önemli unsurdur malumumuz üzere.
İçinden geçerken tarihin ya da tarihin içini doldururken insanlık; Değil mi ki.. üzerlerinden özgür olunanlarla, özgürlüğü satın alınmış, baskılanıp, belirlenmişlerin çelişkisinin nesnel gerçekliğinin kendilerini tekamül ettirme çabalarının hikayesi olup, olmaya da devam edecek olan.
Hikâye olarak ifade etmek anlatımımı basite indirgemek olmayıp, hikâyenin önemine vurgu yapmaktır esasen.
Öyle ya;
Ne birinci, ne ikinci ne de halen devam eden “yerinden” paylaşım savaşları evren üzerinde, evren de dahil olmak kaydı ile “sahip”(!) ve “olunmak”(!) hırsı değil miydi son tahlilde insanın.
Oysa insanlık, tarihinin içini hep beraber doldurabiliyordu maalesef. İnsan ve insanlığın ileriye, gelişkinliğe, aydınlığa yolculuğu ise tam da bu esnada şekilleniyordu güne ve gelecek kuşaklara tam da.
Yok yoksa insanlık, mağaralarından çıkamamış olurdu hâlâ.
Ancak; Tabiat yasası değil miydi güçlü olanın zayıf olanı yok etmesi? Tabiat ki.. kendi yasaları olmakla birlikte iradî olmayan. Üstelik o denli iradî olamayıp güdülerini sorgulayamayan.
Örnek olsun; Hayvanlar ailesinden olan.
Kaldı ki.. o dâhi karnı doyunca bırakan.
Oysa insan, en gelişmiş canlısı değil miydi tabiatın. Üretip, düşünüp, sorgulayabilen.
Hal böyle iken,
Peki..
Bu yapmalar değil de,
Yağmalar neden.?
Düşünebilme(!) ve sorgulayabilme(!) yetisi miydi yoksa oyunu kuran!?
Yine tarih, düşünüp, sorgulayabilenlerin oyunu bozmasının tarihi olacaktır insanlığın. Son tahlilde.
Sağlıcakla..