Okullar tatil: İyi çalışmalar çocuklar

Ülkemizde 28 Ocak 2011 tarihinde, ilköğretimle ilk kez tanışan 1 milyon 226 bin ilköğretim öğrencisi ilk kez karne ile de tanıştı ve rakamların not olduğunu ve bunların anlamlarını ebeveynlerinin tepkileriyle algılamaya ve anlamaya çalıştı. İlk ve ortaöğretimde karne alan öğrenci sayısı ise yaklaşık 16 milyon. Yani sayısal olduğu kadar, ülke kalkınmasına sağlayacağı katkı bakımından da  çok önemli ve çok değerli, büyük bir rakam bu.

İlköğretime yeni başlayan öğrencilerin sayısı, dünyadaki 194 ülkenin 44’ünden daha fazla.  İlk ve ortaöğretimde öğrenim gören çocuklarımızın sayısı ise; yine dünyadaki 134 ülkenin nüfusundan daha fazla. Doğal olarak bunun ne kadar önemli bir güç olduğu; ancak bu insan kaynağının iyi yetiştirilmesi ve iyi niteliklerle donatılması ile anlaşılabilir. Ya da bilimsel yöntemlerle bazı tahminlerde bulunmakla da mümkündür.  

Buna göre; gerçekten bu önemli gücün farkında mıyız? Ne kadar önem veriyoruz? Dünden bugüne nasıl bir sistem içerisinde bu potansiyeli işliyoruz?  Doğrularımız ve yanlışlarımız var mıdır? Bunlar nelerdir? Gelişmiş ülkelerde durum nasıldır?

Kuşkusuz bunlar cevaplanması çok kolay olan sorular değil. Ancak akademik düzeyde yapılacak araştırmalarla çeşitli bulgular elde edilebilir. Bu yazı bir literatür çalışması yanında konuyla ilgili Türkiye ve Yurt dışındaki deneyim ve gözlemlerimizin ürünüdür. Yazımızın bu kapsamda değerlendirilmesi uygun olacaktır.

Özellikle  İlköğretimin tatile girdiği bu günlerde,  tüm dönem boyunca olağanüstü bir gayretle çalışan ve tatili tam anlamıyla hak eden çocuklarımıza İYİ TATİLLER demek gerekiyor, ancak verilen ödevlerini yetiştirmek durumunda oldukları için  ve bu nedenle tatil için çok az zamanları olabileceği için aynı zamanda İYİ ÇALIŞMALAR! çocuklar, demek gerekiyor. 

 

Eğitim Sistemimiz ve Deneyimler

Türkiye’de pek çok alanda Cumhuriyet öncesi dönemlerde başlayan ve bugüne taşınan tarım, eğitim, tıp, ormancılık, endüstri, denizcilik  ve diğer  mesleklerde olduğu gibi önemli birikimler ve köklü deneyimler söz konusudur.

Ancak her sektörde uzun yıllar boyunca ihtiyaçların şekillendirdiği yapı; özellikle dış dünyadaki değişimin zorlamasıyla ve yeni ihtiyaçların ortaya çıkmasıyla mevcut kurumsal yapı ve bununla birlikte zihinsel yapıda da değişimler yaşanmaktadır. Ancak statükoyu korumaya güdümlü kurumsal yapılar, değişim kararını vermek durumunda olan kadrolarda değişimin gerekliliğini tam kavrayamamışların sayısal fazlalığı, alışkanlıklar ve gelenekler gibi faktörler değişimin karşısında çoğu zaman birer büyük engel olarak yer almaktadır.

Örneğin 18. yüzyılda, Avrupa’da ortaya çıkan sanayi, ekonomik ve siyasal alanlardaki değişiklikler,  Osmanlı Devleti’ni de büyük ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde Osmanlı ekonomik ve askeri gücünü yitirmeye başlamış ve batı ile rekabet edemez duruma gelmiştir. Bu gerçeği fark eden yöneticiler, Devleti eski gücüne kavuşturmak amacıyla birçok reform hareketine girişmişlerdir. Modernleşme olarak nitelendirilebilecek bu hareketler ilk kez orduda başlatılmış, bunu dış ve iç güçlerin etkisiyle Tanzimat ve Meşrutiyet  ilan edilerek siyasal yapıda da değişikliğe gidilmiştir. Tanzimat dönemi devlet adamları gözlerini batıya çevirmişler bilimde ve eğitim sistemlerinde gelişmelere yönelik  olarak medreselerde köklü düzenlemeler yapacak yerde batıdaki modelleri örnek alan bazı yeni okullar açmışlardır. Bunlar; ordunun güçlendirilmesi için açılan Mühendishane (1975), Bahriye (1825), Tıbbiye (1826), Harbiye (1834) adlarındaki askeri teknik okullardı. Bütün bu olumlu gelişmelere rağmen Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde köklü bir düzenleme yapılamamış, bir taraftan yeni okullar açılırken diğer taraftan da medreseler gittikçe gerileyerek yaşamlarını devam ettirmişlerdir.  Eski ile yeninin bir arada yaşatılmaya çalışıldığı bu uygulamalar, öğretimde bir ikiliğe neden olmuş, öğretimdeki amaç ve içerik ayrılığı, bu kurumlardan yetişenleri “mektepli-medreseli” diye karşı karşıya getirmiştir. Ayrıca müslüman olmayan tebaaya inanç ve ibadet özgürlüğü dışında kendi dilleriyle eğitim yapma olanağının da sağlanmış olması azınlık okulları olgusunu da doğurmuştur. Yabancı okullar adı verilen bu öğretim kurumlarının sayısı Tanzimat Dönemi’nde giderek artmış, karmaşık bir yapı oluşmuştur(1). Hatta 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı ülkesinde mektep-medrese sistemi, Batı örneğine göre oluşturulan Osmanlı eğitim sistemi, yabancı devletlerin ve azınlıkların okul sistemleri olmak üzere, amaç olarak birbirlerinden oldukça farklı dört sistem hüküm sürmüştür. Bunlar arasındaki mücadeleyi Batı tipi Osmanlı devlet okulları kazanmıştır. Çünkü klasik Osmanlı eğitimini oluşturan mektep ve medreselere yeni yatırım yapılmadığı gibi, zaman içinde vakıfların hemen hepsinin düzeni bozulmuş, II. Abdülhamit başta olmak üzere, son dönem Osmanlı padişahları tercihlerini hep Batı tipi eğitim kurumlarından yana kullanmışlar, devlet yatırımlarını oraya yöneltmişlerdir(2).

Cumhuriyet Dönemi

19 ve 20. yüzyılın ilk çeyreğindeki gelişmeler farklı faktörlerin etkisiyle belirtilen dönemlere özgü iç ve dış koşulların oluşmasına yol açmıştır. Osmanlı eğitim sistemi bu süreçte doğan yeni ihtiyaçlardan, dış gelişmelerden ve konjonktürden etkilenerek  farklı niteliklere bürünmüştür. Sonuç olarak Cumhuriyet döneminde eğitimle ilgili alınan karar ve uygulamaların Osmanlı döneminden tamamen bağımsız olmadığı söylenebilir ve başlayan bir değişim sürecinin devamı olduğu görülür.

Dolayısıyla Türk Milli Eğitim sisteminin temellerinin Osmanlı’nın son dönemlerinde atıldığını söylemek mümkündür(1). Bu kapsamda 1924 yılında “Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası)” çerçevesinde  sayı ve işlev olarak etkinlikleri oldukça azalan medreseler kapatılıp öğrenci ve öğretmenleri ortaöğretim kurumlarına aktarıldığında, medreselerden de önemli bir direniş görmemiştir. Çünkü Osmanlılar döneminde zaten  medreseden mektebe geçiş işlemi adeta tamamlamış, durumdadır(2).  Esas olarak yukarıda verilen Osmanlıların gerileme devrini  ve Cumhuriyet dönemlerini dikkate almadan önceki dönemlere bakıldığında  tarihimizde üç  uygarlık devresinden  söz edilebilir. Bunlar Selçuklular’dan önceki dönem, Selçuklular ve Osmanlılar dönemi Osmanlı yükselme dönemi olmak üzere üç başlıkta ele alınabilmektedir. Hunlar’ın Göktürklerin ve Uygurların hüküm sürdüğü Selçuklular dan önceki dönemde güçlü bir savaşçı olma, ata binme, kılıç kullanma gibi niteliklerin kazandırılması üzerinde durulmaktadır. Bu uygarlıklardan Hunlar göçebe tarzı bir toplum yapısına sahiptiler. Göktürkler ve Uygurlar ise gelişmiş bir alfabe ve yazı diline sahip olmuşlardır. Bu her üç uygarlık döneminde de oturmuş bir eğitim kurumundan, bahsetmek zordur. Bu dönemin iki önemli özelliği göze çarpmaktadır:
Eğitimle ilgili belgelerin en az bulunduğu bir dönemdir.
Bulunan belgelere göre de çıraklık eğitimi (halk eğitimi, teşkilatsız eğitim) hakimdir.

Görüldüğü gibi tarihsel olarak da incelendiğinde eğitimi ihtiyaçlar ve değişimler belirlemiştir ve belirlemektedir.

Milli Eğitim Sistemi

Belirtildiği gibi Osmanlı’nın son dönemlerini Türk Milli Eğitim sisteminin temellerinin atıldığı yıllar olarak görmek mümkündür. İstiklal Savaşının başladığı 1919 yılına dek Türk eğitim sistemi, biçimsel olarak ileri uluslardaki sistemlerin temel niteliklerine kavuşturulmuştu. Devlet; bütün vatandaşlarına en azından ilköğretim verebilmek için sorumluluğunu resmen kabul etmiş,  ilk, orta ve üniversite düzeyinde işleyen bir okul sistemi oluşturmuş, bir Eğitim Bakanlığı kurularak ulusal eğitim sistemi işler hale getirilmiştir(1,2). Kurtuluş Savaşı’nın sonunda Atatürk’ün önderliğinde, her alanda olduğu gibi eğitim alanında da yeni bir yapılanma sürecine girilmiştir. Bağımsızlık savaşının en bunalımlı günlerinde “Maarif Kongresi” yapılmış  ve “Heyeti İlmiye adı altında da bilim kurulları toplanmıştır (1921, 1923, 1924 ve 1925). Bu danışma toplantılarında; ilköğretim programları, zorunlu eğitim, küçük yerleşim birimleri için yatılı bölge okullarının açılması, ilk, orta ve lise eğitim süreleri, öğretmenlik mesleği, Talim ve Terbiye dairesinin kurulması gibi tarihimiz açısından önemli kararlar alınarak yürürlüğe konulmuştur. Her biri ayrı ayrı önemli ve değerli olan ve birbirinin tamamlayıcısı durumunda bulunan bu işlerin arasında en önde geleni, ülkenin insan gücünü hazırlayacak olan eğitim sistemini birleştirerek devletin gözetim ve denetimi altına alan o günkü adıyla Tevhid-i Tedrisat Kanunu’dur (Öğretim Birliği Yasası). 3 Mart 1924’de çıkarılan bu kanun ile tüm okullar Maarif Nezareti’ne bağlanmış ve böylece o zamana kadar süre gelen çok başlılık sorunu ortadan kaldırılarak eğitim ve öğretimde ulusal anlamda bir bütünlük sağlanmaya çalışılmıştır. Öğretim Birliği Yasası’nın hemen arkasından çıkarılan 1924 Anayasası ile de her türlü eğitim ve öğretimin hükümetin gözetim ve denetiminde olacağı, yasa çerçevesinde yapılacağı ve serbest olduğu (Madde 80), her kadın ve erkeğin ilköğretimlerini yapmaları zorunluluğu (Madde 87) getirilmiştir.



1980 Sonrası ve Bugün

1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda eğitimle ilgili doğrudan ve dolaylı pek çok ilke bulunmaktadır.  Anayasa yanında eğitim ilkeleri daha geniş olarak içeren yasa Milli Eğitim Temel Kanunu’n da yer almaktadır. Burada  bazıları 18 Haziran 1983’te değiştirilmiş olmasına karşın Türk Milli Eğitimi’nin genel ilkeleri olarak 14 ilke sıralanmaktadır. Bunlar aşağıda verildiği gibidir.

1. Genellik ve Eşitlik
2. Ferdin ve Toplumun İhtiyaçları
3. Yöneltme
4. Eğitim Hakkı
5. Fırsat ve İmkan Eşitliği
6. Süreklilik: Fertlerin genel ve mesleki eğitimlerinin hayat boyunca devam etmesi esastır.
7. Atatürk İnkılap ve İlkeleri ve Atatürk Milliyetçiliği
8. Demokrasi Eğitimi
9. Laiklik: Türk Milli Eğitimi’nde laiklik esastır.
10. Bilimsellik
11. Planlılık
12. Karma Eğitim
13. Okul ve Ailenin İşbirliği
14. Her Yerde Eğitim

 

Kısa Yorum: Görüldüğü gibi eğitim sistemimizdeki olumlu veya olumsuz yönler sadece bugünün eseri değildir, tarihsel bir derinliği vardır.

Sonraki yazımızda İlköğretimin yukarıda belirtilen ilkelerle ilişkisi ve Osmanlı döneminde başlayan Batılı eğitim sistemine dönük çabaların uyum ve uyumsuzlukları tartışılacaktır. Örneğin İlköğretime başlayan ve devam eden öğrencilerimizin yine örneğin Almanya’daki öğrenciler ile kıyaslaması yapılarak ilköğretimdeki yapı ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Bu yazının ilk bölümünün son mesajı olarak; ilköğretimin tatile girdiği bu günlerde,  çocuklarımıza tüm dönem boyunca olağanüstü bir gayretle çalışan ve tatili tam anlamıyla hak eden çocuklarımıza İYİ TATİLLER demek istiyorum, ancak verilen ödevlerini yetiştirmek durumunda oldukları için ve tatil için çok az zamanları olabileceği için  İYİ ÇALIŞMALAR ve BAŞARILAR da diliyorum. 

 

(1)          Türk Eğitim Sistemi Tarihi,  http://www.msxlabs.org/forum/egitim-bilimleri/19439-turk-egitim-sistemi-tarihi.html

(2)          Ergün, Mustafa. MEDRESEDEN MEKTEBE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİNDEKİ DEĞİŞME http://www.egitim.aku.edu.tr/ergun3.htm

(3)          Population Reference Bureau, http://www.prb.org/

Yayın Tarihi
30.01.2011
Bu makale 9597 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!