Okul neyi amaçlar?

Bir önceki yazımızda özellikle ilköğretimin tatile girdiği o günlerde,  tüm dönem boyunca olağanüstü bir gayretle çalışan ve tatili tam anlamıyla hak eden çocuklarımıza ve ebeveynlerine  İYİ TATİLLER demek gerekiyor, ancak verilen ödevlerini yetiştirmek durumunda oldukları için  ve bu nedenle tatil için çok az zamanları olabileceği için aynı zamanda İYİ ÇALIŞMALAR!  demek gerekiyor, demiştik.

Ve hemen her sektörde uzun yıllar boyunca ihtiyaçların ve kaygıların şekillendirdiği yapıların; statükoyu oluşturduğunu ve değişim kararını vermek durumunda olan kadroların değişime cesaret edemediklerini, bunun ise değişimin karşısında çoğu zaman birer büyük engel olarak yer aldığını belirtmiştik.

 

Nasıl Bir Eğitim Sistemi!

Kuşkusuz eğitim sistemi ülkenin en önemli zenginliği olarak insan kaynaklarının, yani çocuklarının potansiyelini açığa çıkarmayı amaçlamalı, yeteneklerini geliştirmelidir. Çocuk toplumsallaşma sürecinde kendini, yeteneklerini, değerlerini ve rolünü tanımalı ve fark etmelidir. Toplumun kurallarını, davranış kalıplarını, doğruyu yanlışı ayırt edebilmeli, kültürünü özümsemelidir. Haklarını ve ödevlerini benimsemeli, özel ve kamu mallarını koruma bilincine sahip kılınmalıdır. Yaşadığı topluma, ülkesine ve insanlığa katkıda bulunmak üzere arzu içinde olmalıdır.

Bunu sağlamak için bu alanda çalışan bilim dünyası ilk yedi yılın çok önemli olduğunu belirtmektedir. Bu kapsamda okul öncesi eğitim ve ilköğretimin ilk 2 veya 3 yılının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, ilk yıllarda verilen eğitimin çocuklara temel nteliklerin kazandırılmasında en kritik yıllar olduğu söylenebilir.

 

Biz ne yapıyoruz? Avrupa ne yapıyor?

Her konuda özellikle bilim ve teknolojide örnek gösterilen Avrupa’da durum nasıl? Örneğin İlköğretime başlayan ve devam eden öğrencilerimize ve Almanya’daki yaşıtlarına verilen eğitim öğretim nasıl? Aslında konu sürekli tartışılıyor, yeni düzenlememler de yapılıyor. Ancak bunların hala yeterli olmadığı ve “eğitim biliminin ortaya koyduğu bulgularla” paralellik gösteremediği anlaşılıyor. Yani hala önemli “yanlış kabuller” üzerinde süreç çalıştırılmaya devam ediyor, görünüyor…

25 Ocak 2011 tarihinde Ankara’da Birleşmiş Milletler Ortak Programı “Herkes için İnsana Yakışır İş: Ulusal Gençlik İstihdam Programı ve Antalya Pilot Bölge Uygulaması” ara konferansı vardı, davetli olarak katıldık. Konu önemliydi. İstihdam ve eğitim tartışıldı. Farklı üniversitelerden ve uluslararası kuruluşlardan uzmanlar yanında; Milli Eğitim, Çalışma ve Tarım Bakanlığından da katılımcı ve konuşmacılar vardı.  Antalya’dan proje uygulayıcıları, İl Tarım ve İl Milli Eğitim, TÜİK Bölge Müdürleri de bulunuyordu. Eğitimden bahsedilip, önemi defalarca vurgulandı. Antalya  İl Milli Eğitim Müdürü Antalya’da yapılanları anlattı, çok değerli ve takdire değer faaliyetler yapılmaktaydı, tarım ve diğer sektörler için de tüm ülke genelinde Antalya’da olduğu gibi böyle başarılı ve önemli işler yapılmalıydı. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Salih Çelik konuşmasında yurtdışından da güzel örnekler verdi, yapılması gerekenleri sıraladı.

Ancak konular sonuç ve sistem odaklıydı. Örneğin sayın müsteşar yardımcısıyla konuşurken buradan hareketle ilköğretimde verilenlerin çocuğun olması gereken yönde gelişmesini engellediğine yönelik düşüncemizi paylaştık. İlk yıl(larda) alabileceğinin çok fazlasını yüklemenin çocuğun temel davranışları benimsemeden yoğun bir öğrenme sürecine girdiğini, bununsa “çocuğu dumura uğrattığını yani gerilettiğini” belirttik. Kendisinin verdiği örneklerden hareketle Almanya örneğini verdik. Genel olarak hak vererek, üzerinde çalışıyoruz, diye görüş bildirdi.

Bu önemli konu üzerinde gerçekten çok çalışmak gerekiyor. Ancak acele etmek gerekiyor… Ve ulusal ve uluslar arası düzeydeki başarılı örneklerden ve üretilmiş akademik çalışmaların ortaya koyduğu değerli bulgulardan yararlanmak gerekiyor.

Türkiye’nin 30 OECD ülkesi içinde eğitime en az pay ayıran ülkeler arasında olması, ülkemizde eğitim için henüz ideal koşulların sağlanamama gerekçesini ortaya koyuyor.

Ayrıca eğitim müfredatının özellikle  ilkokulun ilk 3 yılında çok ağır olması, uygun koşulların sağlanamaması yanında başka bir önemli yük getirmektedir. Buna göre çocuklarımıza çok fazla yüklenildiği gibi bir görüş ifade edilebilir. İlköğretime yönelik akademik olmamakla birlikte mevcut verilerden, bilgiler ve deneyimlerimizden hareketle genel bir karşılaştırma yaptığımızda da bazı genel sonuçlara ulaşılabilmektedir.     

Kriterler

Türkiye

Almanya

Bir sınıftaki öğrenci sayısı

40-50 öğrenci

20-25 öğrenci

1.sınıf

İlk 3 ayda okuma yazma öğreniyor. Toplama-çıkarma-çarpma-bölme öğreniyor

Harflerin seslerini öğreniyor. Yılın sonunda okuma yazma. Sayı saymayı öğreniyor. Toplama-çıkarma. 2.sınıfta çarpma bölme öğreniyor.

1-2.sınıf

 

Her gün kitap ve defter taşıyor, çantası ağır, zor taşıyor.

Kitapları ve bazı defterleri araçları okulda, çantayı rahat taşıyor

1-2.sınıf

 

Her gün okul dönüşü mutlaka 2-3 saat ödev yapmak zorunda

Çok az ödev veya hiç yok. Okulda çalışma yaygın

1-2.sınıf

 

Her gün okul dönüşü mutlaka 2-3 saat ödev yapmak zorunda

Çok az ödev veya hiç yok. Okulda çalışma yaygın

1-2.sınıf

Konular ve Yöntemler

Sistem Odaklı/ezberci klasik öğretim yöntemi: Türkçe, Matematik, Hayat Bilgisi,

 

Öğrenci Odaklı/uygulama ağırlıklı/aktif öğretim yöntemi: Çalışma metodu ve ortamı, Bilgiye ulaşma yolları-kütüphane, veri işlem, Takım çalışması, sunum-poster hazırlama, iletişim metotları-dinleme, problem çözme-zaman yönetimi, sosyal öğrenme.

1-2.sınıf

Anlamını bilmediği rakamlarla dolu karne

Rakamların olmadığı notsuz karne

 

Bir Örnek Olarak Almanya’da Durum

Almanya’da çocukların öğrenim potansiyelini geliştirmek ve çocukları okul hayatına alıştırmak için kreş(kindergarten) üç yaşından itibaren başlıyor. Bu yapı 174 yıl  önce “çocukların çiçekler gibi özgürce büyümesi“ gerektiğini savunan eğitimci Fröbel tarafından ortaya atılmıştı. Bugün ise çalışma yaşamında annenin daha fazla yer almasının bir sonucu olarak çocuklar kreşe verilmektedir.

İlkokul (Grundschule) ilk dört yıldır ve altı yaşı tamamlayanlar okula devam ederler, Türkiye’de de olduğu gibi zorunludur. Bu zoorunluluk 10. sınıfı bitirdikten sonra sona eriyor. Bütün kamu okulları eyaletlerin Eğitim Bakanlıklarının denetimi altındadır. İlkokulda çocuklar ağırlıkla sınıf öğretmeninden dil, matematik, sosyal ve doğa bilgilerinin temelleri, öğrenme ve çalışma yöntemleri ve sosyal hayata insanlarla iletişim kurma yöntemleri öğretilir. En önemlisi ise çocuklara yazma, okuma ve hesap etme öğretilir.

Burası çok önemli, 1. ve 2. sınıfta sadece ders yılının sonunda notsuz bir karne verilir, 3. sınıftan itibaren ara karnesi ve not verilir. Normal halde karnede öğretmen tarafından çocuğunun dersdeki davranışının izlenimi verilir ve ayrıca sosyal davranış için de bir not ve yazı bulunur. Dört yıldan sonra öğretmen kurulu toplanır ve çocukların hangi orta okula (Sekundarstufe) gideceğine karar verirler.

Burada eğitimde yeni yaklaşımları anlamak ve kendi ülkemiz içn de bazı çıkarımlarda bulunmak bakımından Almanya’da Örnek Okul seçilen bir okulun bu başarısının altında yatan nedenlere bakmak yararlı olacaktır. Eğitimde köklü bir geleneği olan Almanya, PISA eğitim araştırması sonuçları çerçevesinde kendi eğitim sistematiğini başarısız bularak yeni arayışlara girmiştir.. Bunun için bir durum tespiti yapılmaya çalışılmış ve sivil toplum örgütlerinin de katkısıyla bir yarışma düzenlenmiştir. Değişimin ve gelişmenin insan hayatının kaçınılmaz gerçeği olmasından hareketle benzer yarışmalar ile program değişiklikleri ve diğer pek çok çalışma gerçekleştirilmektedir.  

Bu kapsamda Almanya’da ilkokullar arasında düzenlenen yarışmada geçtiğimiz yıllarda Dortmund şehrindeki bir ilkokul ödül almıştır. Pekala bu okul neden ödül almış ve birinci seçilmiştir. İlk neden olarak: Bu okulda klasik, öğrencilerin tahtayı cepheden gördüğü arka arkaya oturduğu oturma şekli kaldırılmıştır. Çocuklar bağımsız öğrenmektedir. Dersler öğrencilere yönelik, öğrenci merkezlidir. Her çocuk kendi temposuna göre öğrenmekte ve büyükler küçüklere yardımcı olmaktadır. Bununla birlikte her çocuk için bireysel haftalık bir ödev planı yapılmaktadır. Örneğin bir hafta boyunca birinci sınıflar Hayat Bilgisi ve Almanca dersinde “Sonbahar” temasını işlemektedir. Sınıftaki 25 çocuk, üzeri boyanmış renkli yapraklar kaplı tahta kasalar üzerinde oturuyorlar. Kestane kabukları ve meşe palamutları ile donatılmış sınıfın ortasında duran öğretmen öğrencilere Bir kestane ağacı yaprağını nasıl tanırsınız? diye soruyor. Bir öğrenci elinin parmaklarını açarak böyle görünür diye cevap veriyor. Sırayla başka ağaç yapraklarını göstererek onların özellikleri hakkında doğrudan yapraklar incelenerek öğrenciler tarafından cevaplanıyor. Sonra bir sepet içinde duran çalışma yapraklarını alıp yerlerine oturuyorlar. Hiçbir itişme ve koşmaca olmuyor. Büyükler küçüklere ne yapacakları konusunda yardımcı oluyorlar. Birinci sınıflar her ağacın meyvesi ile yaprağını sıraya koyarken ikinci sınıflar meyve ve yapraklarına ait ağaçları sıraya koyuyorlar. Okul müdürü: Biz öğrencilerimize bütün yaşam boyunca fazla ve gereksiz bilgileri, sırtlarına yüklemiyoruz. Öğrenmeyi öğreniyorlar, diyor.

Diğer nedenlerden bazıları ise. okulda şiddetin derhal üstüne gidilmesi. Dayak ve vandalizm gibi yıkıcı şiddet davranışları, Almanya’da da okulların bir sorunu. Bu okuldaki çatışmalar şiddete başvurulmadan çözülüyor. Bunun için bu okulda “DUUR/STOOP” kuralı yürütülüyor. Bu kurala göre bir çocuk dövülüyor ya da küfrediliyorsa bunu duyan herkes, hep bir ağızdan STOOP diye yüksek sesle bağırıyor. Herkesin birlikte bunu yapması caydırıcı oluyor. Bununla yetinilmiyor. Kavgalar not ediliyor ve sınıf temsilcileri kurulunda tartışılıyor. Örneğin bir öğrenci üç kız arkadaşını adıyla alay ettikleri için öğretmenine şikâyet ediyor. Öğretmen bu kızları yanına çağırıp Stoop kuralını işletmediklerini söylüyor. Öğretmen öğrencilere, arkadaşlarının ismiyle alay edilmesinden hoşlanmadığını söylüyor. Öğrenciler özür diliyorlar. Ama öğretmen bununla yetinmiyor. Sınıfta bu problem tartışılıyor.
Yine; okul yönetiminin, Bir okul nasıl olmak zorundadır? diye bir vizyona sahiptir. Okul müdürü şöyle diyor: Bu çocukların tek şansı eğitim. 1994 yılında bu ilkokul kurulduğunda meslektaşlarımla Hangi kitapları okula almalıyız diye tartışmadık. Nasıl bir okul istiyoruz, çocuklarımız neye ihtiyaç duyuyorlar sorusunu tartıştık.

Okul yönetimi, nerede daha iyi olabiliriz sorusunu sürekli kendisine sormuştur. Yeni okula gelen stajyere, okul için önemli bir proje geliştirecek gözüyle bakılmaktadır. Bunun için harekete geçirecek düşünceyi kendilerine Küçük Prens kitabının yazarı Antoine de Saint-Exuperyde bulmuşlar: “Eğer adamlarınla okyanusu geçmek istiyorsan, onları önce ormandaki tüm ağaçları kesmesi için gönderme, aksine onların denize olan özlemlerini uyandır.” Okul müdürü takımı olarak gördüğü okuldaki 27 bayan ve bir erkek öğretmeni iyi bir okul özlemiyle heyecanlandırıyor. Bir öğretmen okul müdürü için şöyle diyor: Müdire hanım iyi bir ders yapalım diye sırtımıza gereksiz yükler yüklemiyor. 

Yine okul, bulunduğu semtle de ilgilenmektedir. Okulun bulunduğu alanda birçok binası olan inşaat firmasının önde gelen yöneticisiyle okul müdürünün birlikte çalışması sonucu, bu semtte gençler ve çocuklar için bir oyun sahası inşa edilmiş. Çocuklar ve gençler bu sahada spor ve oyun oynayarak boş zamanlarını değerlendirmektedir. Bu inşaat firması okulun içindeki Veli Kahve Salonuna yıllık 9.000 EURO yardım yapmaktadır. Burası özellikle bayan veliler için, buraya sadece kahve içmeye gelmiyorlar. Burada bilgisayar kullanma, okuma yazma ve dil kursu hatta borçlar hukuku ile ilgili seminerler verilyor. Okul müdürü, bu çalışmalarla çocuklarının eğitimleri konusunda özellikle anneleri daha bilinçli hale getirdiklerini söylüyor. Ayrıca okulun tarafsızlığından dolayı erkek eşler de bu etkinlikleri desteklemekte ve karşı gelmemektedirler. Okul bu uygulamalarla velilerin güvenini kazanmış durumdadır. Yine gelecek öğretim yılında okulun öğrencisi olacak aileyi ve çocuğunu dokuz ay önceden okula davet ediyorlar. Çocuklar bu davette bir saatlik bir teste tabii tutuluyor. Almancayı iyi konuşup konuşmadığına, kaça kadar saydığına, hareketleri hakkında ne kadar emin olup olmadığına, yani okul çağına gelip gelmediğine bakılıyor. Okul müdürü ailelerle çocuğun gelişim durumunu görüşüyor. Ayrıca bu durum çocuğun devam ettiği anaokuluna da bildiriliyor. Okulun ilk günlerinde öncelikli olarak konuşma, sayı sayma ve basit hesaplamalar ya da psiko-motor gelişiminde güçlükleri olan öğrencilerin bu güçlükleri yenmeleri öngörülüyor. Örneğin okulun verdiği bilgiye göre birinci sınıfta olanların % 82’sinin Almancada yetersizlikleri tespit edilmiş. Bunun çözümüne yönelik okulda velilere ve öğrencilere Almanca ve iletişim seminerleri düzenlenmiş. Ayrıca okul müdürü ve öğretmenler, çocuk hakları ve oyunlar ile evlerde eğitim amaçlı televizyon kullanımı konularında velilere konuşmalar yapmışlar. Veliler ile öğretmen arasında doğruluk, nezaket, duyarlılık ve yardımseverlik değerleriyle çocuğu eğiteceğine dair bir sözleşme imzalanıyor. Veliler sözleşmeye göre çocuğu okula zamanında getirmeye ve okuldan verilen ev çalışmaları için evde yer ayıracağına mecbur kalıyor. Ayrıca sözleşmede Çocuğumuzu okuldaki çabaları için ödüllendireceğiz. Okulun etkinliklerine katılacağız ibareleri de mevcut. Özellikle okul müdürü, sözleşmenin uygulanmasına hassasiyet gösteriyor. Örneğin, veli toplantısına katılmayan velileri okula çağırıyor. Onlar gelinceye kadar da onları çağırmaya devam ediyor. İyi bir okul, tam güne ihtiyaç duymaktadır. Normalde dersler saat 13.30da sona eriyor. Öğrencilerin dörtte üçü eve gidiyor. Diğer öğrenciler, saat 16.00ya kadar okulda kalıyorlar. Bu çocukların bir kısmı anne ve babası çalıştığı için, bir kısmı ise ilave ders aldıkları için kalıyorlar. Bu öğrenciler öğle yemeklerini yedikten sonra ev ödevlerini yapıyorlar. Sonra futbol oynuyorlar, yüzmeye gidiyorlar veya marangozhanede ağaç işleriyle uğraşıyorlar, kimisi de hamur işleri yapıyor. Okul müdürü öğrenciler için en iyisinin tam gün okulları olduğunu söylüyor. Öğrencilerin evde alamadıkları desteği okulda aldıklarını belirtiyor.

Öğretmenler derslerine evde yalnız başlarına hazırlık yapmıyorlar, birlikte çalışıyorlar. Hazırlıklarını okulda dersler sona erdikten sonra yapıyorlar. Önlerinde kendi hazırladıkları salataları ile birlikte örneğin tema çiftlik ise hangi hayvanları işleyeceklerini veya cümlenin öğelerinden hangisini veya fiilleri mi ya da sıfatları mı işleyeceklerini (1.sınıf öğretmenleri), okuldaki tema sandığından geçen yıldan kalma gereçler arayıp çıkarıyorlar. Bunlar kitap, kelime kartları veya oyunlar olabiliyor. Böylece adım adım kazanımlar ve ödevlerden haftalık plan oluşturuluyor. Takım çalışması, her zaman kolaylık sağlamakta ve zaman kazanılmaktadır. Böylece öğretmenler özel destek isteyen veya bireysel öğrenci problemleri için zaman ayırabilmektedir.

Sonuç olarak; Her yeni değişimin verdiği tecrübe, bilgi ve beceriler, eğitim sisteminin yeniden gözden geçirilip daha iyiye ulaşma çabasın katkıda bulunmaktadır. Özellikle  eğitim sisteminin temelinde; öğretmenlerin gayreti, okul yöneticilerin kararlılığı ve iyi yönetimi, velilerin çocuklarının eğitimine sahip çıkması, Eğitim Bakanlığının başarının yaygınlaşmasına önem vermesi, sivil toplum örgütleri, medya ve ticari şirketlerin içinden çıktıkları toplumun eğitim sistemine maddi-manevi destek sağlamaları gibi birçok unsur vardır. Herhangi bir destek unsurunun eksikliği, eğitimin içinde bulunduğu sıkıntıların azalmasını değil, artmasını sağlamaktan öte bir işe yaramayacaktır.



Türkiye için çıkarımlar

Ülkemizin koşulları ve çocukların öğrenme potansiyelleri dikkate alınarak, bilimsel veriler ışığında çocukları sınav odaklı (ve özel dershanelere dayalı olarak) yetiştirmek yerine, öğrenci odaklı yetiştirmek doğru olacaktır. Fazla bilgi yüklemek çok iyi eğitim verildiği sonucuna ulaştırmamaktadır. Okumayı ve toplama-çıkarmayı ilk üç ay yerine, 8 ay sonunda öğrenmek kötü eğitim anlamına da gelmemektedir. İlk yıllarda verilen eğitimin amacının kendini ve toplumu, kültürünü tanımak olması gerektiğini, önemli olanın pekiştirilmiş davranışlar kazandırmak olduğunu, sınav kazanmaya odaklanmanın tek başına yeterli olmadığını ve sistemi bunun üzerine inşa etmenin yeterli olmadığını fark etmek gerekiyor. Yerinde ve döneminde yüklenerek daha iyi iş yapan, topluma yararlı olan insanlar yetiştirebiliriz.

Son söz: Çocuklarımızın zihinlerine ve sırtlarına fazla ve gereksiz bilgileri yüklemek yerine, “öğrenmeyi öğretmek” yeterli olacaktır.

 

Kaynaklar

Alman Stern Dergisi, 51/2006
Wochen Schau Verlag. Jahrbuch Ganztagschule 2007
www.stern.de/schulpreis

Yayın Tarihi
06.02.2011
Bu makale 11164 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!