NOEL AMCA’ya Fransız Kalmak !

 

Dünyadaki gelişmeler dikkate alındığında 2012 yılı unutulamayacak bir yıldı. Uluslararası alanda bahar tanımlamalı gelişmeler; halk hareketleriyle toplumların kendilerini yönetenleri zorla yönetimden indirdikleri, indirmeye zorladıkları süreci getirdi. Bu hareketler esas olarak özgürlük arayışıyla ilişkilendirildi ve bu bakımdan değerliydi…

Türkiye için de 2012 yılında önemli konular vardı, bunlardan biri Fransa Parlementosu’nun  Türkiye aleyhine takındığı  olumsuz tutum ve yaklaşımdı.

O günlerde bu sürecin etkisiyle bir yazı kaleme almayı düşünmüş, hatta biraz karalamış ancak başka konular öne çıkınca yazamamıştık. Dolayısıyla akademik bir makale olma iddiası bulunmayan, okumakta olduğunuz bu yazı tamamlamakta olduğumuz 2012 yılının ilk aylarında kaleme alınmaya başlanmıştı. O günlerde Fransız Parlementosu kendi görev alanına girmeyen bir konuda Türkiye aleyhine sözde bir iddiayı,  çoklu standart uygulamanın bir bakıma  kötü bir örneği olarak onaylamıştı.

Fransız Devrimiyle özgürlükler tarihini yazan Fransız halkına bu yaklaşım uygun olmasa da, yakışmasa da temsilcisi olan Fransa Parlementosu yanlı kararlar alabiliyordu.

Benzerleri daha önce de yaşanmış olduğu gibi bu olayda da; batının, sadece değerlerimize ve hassasiyetlerimize değer vermediğini görmek değil, aynı zamanda uluslararası ilkeleri de bir kenara bırakarak keyfi kararlar alması, hepimizi daha bir hassaslaştırmıştı. Tepkiler çığ gibi büyüyordu, kamu ve özel kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve basın; Fransa Parlementosu’nun yaklaşımınına karşılık vermek üzere protest kampanyalar düzenliyorlar, haberler yapıyorlardı.

Bu durum; Türkiye Cumhuriyeti’nin ve insanımızın batının değerlerine gösterdiği saygı ve sevgi dikkate alınarak değerlendirildiğinde; aslında “tam bir hayal kırıklığıydı…

Bu ortamda insanımızın batının değerlerine ne kadar değer verdiğini gösteren pek çok örnek, daha fazla dikkatimizi çeker hale gelmişti. Ve bir bakıma değerlerine çok önem verdiğimiz batının önemli bir üyesinin o tavırları nedeniyle daha bir hassaslaşmıştık…

Kendine fransız kalmak!

O günlerde karaladığımız satırlar yanında tivitır üzerinden paylaştığımız tiletilerden hareketle konuyu şöyle ele almışız;

·         Fransa kendi görev alanına girmeyen bir konuda Türkiye aleyhine sözde bir iddiayı onaylıyor…

·         Bir bakıma Fransa Parlementosu tarihi gerçeklere fransız kalıyor! Kendine fransız kalmak bu olsa gerek.

·         Pekala ya aramızda olmasa da çevremizde kendi kültürüne "fransız kalan", yani kendine fransız kalan var mı?

·         Yok demek isterdim. Ama var görünüyor...

Hoşgörü mü? Zaafiyet mi?

·         Bizdeki hoşgörü nerede varki; Türkiye den başka bir ülkede, hangi ülkede yabancıya, yabancı kültüre bu kadar kucak açılır!

·         Genel olarak biz ne kadar önyargısızsak, batı önemli bir bölümü o kadar önyargılı…

·         Biz rahatız, dışarıdan gelene hep “hoşgeldiniz, sefalar getirdiniz,  deriz.

·         Aslında bu hoşgörü müdür? Yoksa zaafiyet midir? Bakmak gerek…

·         Yine de bu; bir bakıma “özgüvenin de göstergesi olmalı…

·         Yoksa her fırsatta farklı olduğunu ifade eden bir kültürün, bir temel figürü başka bir kültür tarafından "baş köşeye” oturtulur mu?

·         Belki de bu; önemli görülen bir figürü alıp, kolayca kahraman sahibi olma düşüncesinin sonucudur.

·         Eğer böyleyse; bu durum kolaycılığa kaçmaktan başka bir şey değil…

·         Çünkü kendi kültürünün önemli değerlerini gözardı edip, hatta geliştirmek ve rol-model haline getirmek yerine, ithal kahramanlar almak ve onları baş köşeye oturtmak en basit ifadeyle ucuz bir iştir. Öyle değil midir?

·         Böyleyse bu kolaycılıktır ki, olsa olsa bu tembellerin işidir...

·         Pekala çevremizde tembel var mı? yok…

·         Ancak en azından uzak çevremiz de olmalı ki, görülebiliyor...

Nasrettin Hoca mı? Yoksa Nasrettin Baba mı?

·         Nasrettin Hoca, Hacivat-Karagöz, Mevlana, Pir Sultan, Keloğlan ilk akla gelen önemli ve değerli figürler...

·         Ne kadar çok ve bize ait özel, değerli ve evrensel nitelikli figür var, bu çok önemli bir zenginlik…

·         Bu alanda öylesine zengin olduğumuz için olmalı ki; ne kadar rahatız ve ne kadar özgüvenimiz yüksek. Ve ne kadar önyargısısız ki; batı kültürünün en önemli figürlerinden sempatik ve hediyeler dağıtan bir din adamı olmasının ötesinde küresel sermayenin/ekonominin neredeyse bir asırdan beridir, bir pazarlama aracı olarak kullandığı  Saint Nicholas(Noel)’ı baş köşeye oturtuyoruz...

·         Hatta ve hatta kendi kahramanlarımıza bile vermediğimiz çok ama çok önemli bir ünvanla seslendiriliyor.. Yani Nikolas Baba değilse de “Noel Baba”...

·         Oysaki Saint Nikolaus ile aynı kültürü paylaşan Almanlar, Amerikalılar gibi                                                                   pek çok ulus "Nikolas Baba" demiyorlar...Sadece Weihnachtsmann ve Santa Claus veya Saint Nicholas(Nikolaus) olarak adlandırıyorlar. Böyle olunca da bir bakıma bizdeki tutum Aziz Nikolas’a fransız kalmak anlamına geliyor… Ve duruma bu açıdan bakınca; bu ne yaman çelişki demek, gerekiyor!

Sözün özü!

·         Nasrettin Hoca gibi dünyanın merkezini göstermiş bir bilgeye; Mevlana gibi hoşgörü ve sevgi abidesine bile Baba isimlendirmesi yapılmamışken; Aziz Nikolas’a Noel Baba demek,  kolaycılık ve biraz da ayarı kaçırmak olmuyor mu?  

·         Hatta aynı kültür dünyasının, inanç ve ekonominin paydaşları olan batılılar bile, bu kadar samimi ve yakın ifadelerle isimlendirme yapmazlarken, Sen Nikolas’a baba, büyükbaba veya dede demiyorlarken; çocuklar ve gençlerimiz çok değer verdikleri babaları için kullandıkları bir kavramı(baba kavramını) neden farklı bir kültürün ve küresel sermayenin bir figürüne takı olarak kullanıyorlar.

·         Bay Noel, Noel Adamı, Noel Efendi veya Aziz Nikolaus telafuz bakımından zor olsada; Noel Baba yerine en azından orijinal adı olan “Sen Nikolas” rahatlıkla kullanılabilir, bu şekilde söylenebilir…

·         Dolayısıyla aynı kültürün temsilcileri bile, bizim kadar samimi ifade kullanmadıklarına göre; hiç olmasa kraldan çok kralcı olmamak adına Aziz Nikolas’a baba demek yerine;  Noel Amca! demek nasıl olur? uygun olabilir… :))

·         Başka bir ifadeyle en azından herhalde bizler; Nasrettin Hoca’ya “HOCA” ve Hz.Mevlana’ya “MEVLANA” derken;  çocuklarımızın ve görüşlerimize değer verenlerin Saint Nicholas’a "Baba” demesini" yadırgıyor, hatta istemiyor, olmalıyız...

·         Haa, birde bir büyük yanlış olarak; Saint Nickalos’u  yani Noel Amcayı yeni yıl ile ilişkilendirmek var ki; o da ayrı bir bilgilendirme yazısı konusu…

·         Görüldüğü gibi Fransız Parlementosunun önyargılı yaklaşımından hareketle yola çıkarak ele aldığımız konu; aslında bizi çok anlamlı noktaya, yoruma açık bir alana getirdi… Ve hakedilmeyen ithamlar, suçlamalar, önyargılı her iş veya ortaya konulan subjektif tavırlar oldukça; bu noktaya gelmek çok da zor olmayacak görünüyor…

·         Ve yine bu tür konular gündeme her gedildiğinde; yabancı kültür ögelerini kabul etmek, benimsemek Hoşgörü müdür? Yoksa zaafiyet midir? konusu hep tartışılacak ve yine yeni duyarlılıklar oluşacaktır...

·         Sahi; Saint Nicholas’a ya da Noel Amcaya ilk kez kim, ne zaman ve nerede Noel Baba demiş, acaba bu kavramı ilk kim yakıştırmış, kim yapıştırmıştı….

Son olarak; 2013 yılında ülkemizde ve tüm dünyada barışın hakim olmasını ve ortaya çıkacak refahın adil paylaşımını ve iyilerin hep zirvede olmasını diliyor, gelmekte olan yeni yılınızı kutluyor, saygı ve sevgiler sunuyorum.

Yayın Tarihi
30.12.2012
Bu makale 9425 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!