Memleketimden İnsan Manzaraları (138)

Değerli Dostlar;

Yazarımız Hüseyin Erkan haftalık yazılarında, bizleri meraklandıran bir gelişmeyi konu almış.

Bu ilginç yazı bana Cevizli Beldemizde, orman ürünlerini değerlendirecek bir fabrika benzeri bir tesis kurmak için büyük çaba göstererek, Ankara-Akseki arasında "bez çözen", "Orman İçi Köylerini Kalkındırma Müdürü (Orköy) rahmetli hemşerimiz Niyazi Yüksel'in kapısının eşiğini aşındıran "Kamyon Ahmet" adıyla tanınan hemşerimizi tanıyanların çok olduğunu anımsıyorum da, alınan desteklerle yaptırılan, betonarme dev tesisin günümüzdeki durumunu, akibetini bilenlenlerin açıklamada bulunma zahmetine katlanırlarsa sevineceğimi arz etmek isterim.

Saygı ve sevgilerle...

ibrahim Ekmekci

    BİR VALİ, BİR KAYMAKAM ARASINDA İDDİALI BİR MAÇ

Bilgilendikçe hep mutlu olacak

Tüm güzellikleri görecek insan

Şafağın söktüğü yeri bulacak

Atını oraya sürecek insan…

                Sabri Galip NAKİPLER

 

                 Öyle büyük yanlışlar yapıyoruz ki bazen! Birey olarak, toplum olarak… Ve dahi devlet olarak…

                 Önce, “Aman ne iyi yaptık!” diye sevinip bayram ediyor; zararını görünce de, “Eyvah!” deyip üzülüyor; sorumlu aramaya kalkıyoruz.

                Sözgelişi birkaç yıl önce, Suriye sınırında bir Rus uçağını düşürdük. Bunu bir zafer gibi sunduk halkımıza. “Elbette düşürürüz. Sınırı geçti çünkü.” diye böbürlendik. Her yönden ilişkilerimizin çok iyi olduğu komşumuza, “Bir yanlışlık oldu; özür dileriz.” diyeceğimize, posta koyduk.

                Yarayı sarmak yerine tuz biber ektik. Baktık ki, prim yapıyor, “Biz işte böyle yaparız; bize yan bakanın beynini dağıtırız” diye de böbürlendik.

Rus turist gelmez oldu; turizm çöktü. İhracat yapamaz olduk; çiftçinin ürettiği elinde kaldı. İyi ki, doğal gazı kesmedi Rusya. Soğuktan donardık yoksa.

                Kafamıza dank deyince gerçekler, yaptığımız yanlışın farkına o zaman vardık.

                Çoğu zaman, bindiğimiz dalı kesmekte çok becerikliyiz biz!

                Sözgelişi, Elâzığ’ın Ağın ilçesinde bir deri fabrikası kurulmuş bir zamanlar. Kimler, hangi zorluklara katlanıp hangi engelleri aşarak başardılar bu işi, kim bilir!

                “Kim bilir?” dediğime bakmayın. Kaymakam Mahmut Yılbaş, tüm zorluklara göğüs gerip asla yılmayarak bu fabrikanın yapılmasına ön ayak olmuş. 1980’li yılların başlarında 450 işçi çalışıyormuş, bu fabrikada.

                Ağın gibi küçük bir ilçede, düşünün; 450 insanın çalıştığı bir işyeri… Ne büyük bir nimet bu! Üç Dilek adlı kitabın yazarı Turan Eren, orada kaymakamken, bu fabrikanın ilçenin can damarı olduğunu görüp gereken ilgiyi esirgemez.

                İlçede birkaç yıl görev yapıp ayrıldıktan sonra, bu fabrikanın da özelleştirme kapsamına alınıp satıldığını, küçüldüğünü ve 450 işçiden 80 işçiye indiğini öğrenip üzülür.

                450 işçiden 370’i nereye gitti dersiniz? Yeni açılan bir deri fabrikası, daha çok ücret vererek transfer mi etti; yoksa bu işçileri?

                Doğu’da hayvan yetişmez oldu da, deri mi bulunamıyordu acaba? Neden küçüldü bu fabrika?

                “Yeter, bu kaymakamın Ağın’da durduğu” deyip bu kez de Samsun’un Vezirköprü ilçesine gönderirler; Turan Eren’i. Samsun, Kaymakam’ın eşi Hâkim Semra Eren’in memleketi… Daha ne! Bana, eşim Güler Erkan’ın memleketi Erdek’te, Ayvalık’ta, Edremit’te görev verdiler de gitmedim mi?

                Peki, söyleyin bakalım: Niçin Vezirköprü denmiş bu ilçeye? Eski adı Şin iken, neden Vezirköprü olmuş?

                Çünkü efendim, Şin “köprü” demekmiş. Ve tarihten çok iyi bildiğimiz Köprülü Mehmet Paşa da buralı değil miymiş?

                Samsun’a 136 km uzaklıkta olan bu ilçenin 137 köyü varmış; 1983’te. Mezralarıyla birlikte 357 yerleşim merkezi…

                Göreve başlar başlamaz köylere gidip köylülerle toplantılar yaparak onların dertlerini dinler Kaymakamımız. Pek çok iş vardır yapılması gereken ama en önemli sorun eğitim ve okul…

                Gerçekten de kültür ve eğitim düzeyi çok düşük olan bu ilçenin acilen 50 okula ihtiyacı vardır. Neden mi, özellikle bu ilçe, okullaşmada çok geri kalmış?

                Çünkü Vezirköprü’de 17 köyün sahibi olan Şükrü Uluçay, “Fakir fukaranın çocukları okuyarak benim çocukları geçer.” diyerek okullaşmaya engel olmuş.

                Boşuna endişelenmişsin sen Şükrü Ağa! Fakir fukara çocukları okusalar da geçemezler; 17 köyün sahibi bir “Ağa”nın çocuklarını.

                Ne kadar bilgili, zeki, yetenekli ve çalışkan olsalar da geçemezler! Ülkemizde hangi parti olursa olsun, o yoksul köylü çocuklarını mı milletvekili yapar, seni ya da senin çocuklarını mı?

                Nitekim bak, 1980 öncesi ve sonrası fakir fukara çocukları olan ne Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın milletvekili olabildi; ne Dursun Akçam, ne Turan Eren, ne Mehmet Başaran, ne de Feyzullah Aktan

                17 köyün sahibi Şükrü Ağa’nın oğlu Orhan Uluçay durup dururken, adını saydığım ve saymadığım köylü çocuklarından hangisi yakışırdı; Ankara’daki Büyük Meclis’e! (*)

                Köy Enstitülerinden korkup onları kapattıran ağalar gibi, sen de boşuna endişeye kapılmışsın be Şükrü Ağa’m! Biz senin önüne, senin çocuklarının önüne geçebilir miyiz hiç?

                Vezirköprü’nün yeni kaymakamı Turan Eren, yaklaşık iki aylık bir çalışma sonunda, ilçenin sorunlarını saptamış; nereden, nasıl başlayacağını kararlaştırmıştır artık. İşte o günlerde Samsun Valisi Bedri Nazlıoğlu telefonlar edip, “Kaymakam Bey, yarın bazı daire müdürleriyle birlikte Vezirköprü’ye geleceğim.” demesin mi?

                Gerekli hazırlıklar yapılır. Vali Bey; Sağlık, Bayındırlık ve Millî Eğitim Müdürleriyle birlikte gelir. Kaymakamı, “Yeni görevin hayırlı ve uğurlu olsun.” diye kutladıktan sonra, “İlçeni tanıdın mı? Sorunlarını öğrendin mi?” diye sorar.

                Turan Bey, İki aylık çalışmasını özetleyip, “Acil olarak 50 okul yapılması gerekir. Yolların standardı çok düşük… Hiçbir köyün telefonu yok. 357 yerleşim yerinin yalnızca 57’sinde elektrik var. En önemlisi eğitim. Gördüm ki, özel idare kaynakları ve ihale yöntemiyle her yıl ancak iki okul yapılmakta. Bu tempo ile sorunu çözmek mümkün değil.” deyince, Vali:

                “Haydi, imkânı artırıp yılda iki yerine üç okul yapalım. ‘50 okulu kısa sürede yapmamız gerekir’; diyorsun. Bu mümkün mü?” diye sorar.

                “Özel idare ile ikiyi üçe, üçü dörde çıkarabiliriz en çok. Fazlası mümkün değil… Burada devlet-vatandaş birliğini devreye sokmalıyız. İlçede bir “Emanet Komisyonu” kurar da 2 -3 okul parasını bu komisyona verirseniz, iki yerine dört, dört yerine sekiz okul yaparım ben.” der Kaymakam.

                Vali, bu cevaba sevineceğine, “Kaymakam Bey! Sen bu ilçeyi tanıyamamışsın henüz. Niyetin devletin demirini, çimentosunu köylere gönderip rezil etmek mi? Ben buna izin vermem! Vazgeç bu sevdadan!” diye sertleşiverir.

                Vali sertleşir ama Kaymakam vazgeçmez hemen:

                “Bugüne kadar hangi köye gittiniz, okul yapalım dediniz de köylü karşı çıktı?” diye sorar.

                Vali, ME Müdürüne dönüp, “Müdür Bey, bu Kaymakam’a ben laf anlatamıyorum. Sen ikna et O’nu” der.                                                                                                                                                                    Müdür, dünden razıdır, bu işe:

                “Kaymakam Bey, asla başarılı olamazsınız. Devletin kaynaklarını heba etmeyelim.” der.

                Kaymakam, “Bu ilçeye kaç defa geldiniz? Hangi köye gittiniz de sizi köyden kovdular? Hangi köye malzeme yolladınız da rezil oldu? Hiçbir girişimde bulunmadığınız yerle ilgili böyle bir kesin yargıya nasıl varıyorsunuz?” diyerek Müdür’ün ikna çabasını engeller.

                Vali araya girip, “1948’de, dayım burada. Ziraat Bankası Müdürü idi. İlk o zaman gelmiştim; bu ilçeye. Buranın eğitime, yeniliğe karşı olduğunu o zaman da görmüştüm. Şimdi Samsun Valisi olarak da aynı şekilde görüyorum.” der.

                Kaymakam gibi, “Neden?” diye sormasını bilseydi, Vali de bulurdu bu “sorun”un kaynağını ama… Israr eder Kaymakam:

                “Sayın Valim, ben bu sorunu çözmeye kararlı ve azimliyim. Beni bu hizmetten alıkoymaya ikna edeceğinize, istediğim imkânı sağlayın; başarılı olamazsam hesap sorun.” deyince, bu inatçı Kaymakamı ikna edemeyeceğini anlayan Vali:

                “Tamam; kardeşim, anlaşıldı. Sen bu işi kafana koymuşsun. Sana her yıl iki okul parası vereceğim. Senden üç değil, iki okul istiyorum.” demek zorunda kalır.

                Bakalım, ne olacak bu maçın sonu?

                Kaymakam yenik düşüp özür mü dileyecek Vali’den, yoksa!.. Ezbere konuşmak yok; göreceğiz! Hep birlikte göreceğiz; nasıl sona erecek bu iddialı maç!

            (*)  Gerçekten de 1983’te Şükrü Ağa’nın oğlu Orhan Uluçay, öteki ağa oğlu milletvekilleriyle birlikte  “millî iradeyi temsilen” Samsun Milletvekili olarak TBMM’ye girer.

           Bu onurlu görev, anasının ak sütü gibi hakkı değil mi ama!

 

Yayın Tarihi
17.11.2017
Bu makale 943 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!