ANKARA'DAN

Kendimize Sarılıyor muyuz?

Hopp ahbap, bu soru da nereden çıktı, Değil mi? Değil. Bu soru bizde hep var, olmalı da: Ama biz görmezlikten, duymazlıktan ve anlamamazlıktan geliyoruz, o kadar.
--Olayı kişiselleştirmeden önce, genele bir bakmak gerek.
--Kişiler öğrenmeyi, öncelikle ailelerinden, sonra sokaktan, okuldan, iş yerlerinden ve sosyal yaşamdan öğrenirler.
--Kişi, belki de en meşakkatli (sıkıntılı) öğrenmeyi, kendi kendine yapar ve yaşar. Oysa bunun dışındakiler için harcaması gereken caba, sadece o sosyal ve toplumsal yapının içinde yer alması yeterlidir. Gerisi, kişiye, zaman ve zemine kalır.
--Herkes için bir "eskiden" tanımı vardır.
--Kimisi için eskiden, taaa evlerin bir kenarında yer alan ocaklıklara atılan odunların etrafına toplanılmasıdır.
--Kimine göre ise, kestane, patates pişirilen kuzine sobalı yıllardır. Tabi, şömineli villaların kuzine sobalı salonları bu tanımlamadan yok sayılarak.
--Evlerin pencerelerine konulan radyolar ile mahalleli ile türkü, şarkı, ajan(haber) dinlemek anılarda kalsa gerek.
--Masalımsı bir tarzda anlatılan televizyon öyküleri ise, sanki binlerce yıl öncesinde kalmış gibidir.
--Yok efendim, bir sandık, bir kutu olacakmış da, içinden bir adam herkes ile konuşacakmış. Tövbe, tövbe ya.
--Mahallelinin "televizyonlu evlere toplanırdı" konulu anılar ise, zaman olarak sayılabilecek yıllar iken, algı olarak sanki binlerce yıl öncesinin öyküleriymiş gibi gelir insana.
--Televizyonlar küçüle küçüle cebe sığar, müzik dinlenilen gramofonlar, plakçalarlar, teypler küçüle küçüle cebinizde zor bulunan ciplere kadar indi, küçüldü.
--Kocaman aileler, iki, üç olmadı dört sayılarına;
--Evler, hanlı, hanaylı yapılar iken, iki göz odaya kadar düştü, dönüştü de dönüştü. En son, nohut oda, bakla sofaya kadar da gelindi.
--Arabalar mı? Sormayın gitsin.
--O anlı şanlı şavroleler, makaslı yayıla yayıla giden arabalar mı, onlarda küçüle küçüle cebe sığacak kadar oldular.
--Anlayacağınız, 21 yy girdiğimizden bu yana her şey küçülüyor. Peki küçülmeyen, hatta büyüyen şeyler yok mu ya?
--Varrr!..
--İnsanlar küçüldü, yalnızlıklar büyüdü.
--İnsanlar küçüldü, acılar büyüdü.
--Ya da her şey küçülürken, hatta sevgi yok olurken, saatlik aşkım, aşkımlar büyüdü, çoğaldı.
--Yalnızlık duygusu herkeste sanki bulaşıcı bir hastalık oldu çıktı.
--Dün bir toplantı arası yemeli-içmeli bir oturma yerinde, türbanlısından, mavi-kızıl saçlısına kadar her kafadan insanlar ile birlikte bir yerde oturduk.
--Kocaman masalarda bir yandan bir bir şeyler yenilirken, hep birlikte gelindiği belli masalarda insanlar küçülmüş, o kadar küçülmüş ki, elindeki elektronik aletten, yanındakini görmeyecek kadar, herkes biri birine küçülmüş. Yok, görünmez olmuş.
--Biri birimize dokunuyoruz ama farkında değiliz. Daha doğrusu, biri birimize değiyoruz da, biri birimize dokunamıyoruz.
--Kollarımız, biri birimizin boynunda, ellerimiz biri birimizin koynunda ama, kendimiz hiç oralarda değiliz.
--Ben artık bir şeyin iyi ya da kötülüğünden önce, oluşan, olan, yaratılan dünyalarda, zamanın bir ruhuna inanır oldum.
,--Gerçekten de, zamanın bir ruhu var mı? Bu kavram ilk olarak felsefi bir kavram olarak Hegel gibi filozoflarca ima edilse de, 18. ve 19 yy 'da dilllendirlir olmuştur.
--20.yy 'a bir şey diyemem ama 21.yy'ın ilk çeyreğini yaşamaya başladığımız bu günlerde de "zamanın bir ruhu" olabilir ama, sanırım o ruh uçmuş, kaçmış gitmiş buralardan, bu dünyadan.
--Bu çağda, bile ruhlar hala kahve fincanlarına, falcı masalarında aransa da, bence, bu cağın ruhu, kaybolmuş, ya kaçmış, ya da saklanmış, yok olmuş. Belki de, bir dere kenarında kurbağa olmuş, o güzel insanların, bir birilerine inanmalarını, biri birlerine sarılmalarını, sonra da hep birlikte gelip, onu öpmelerini bekliyordur, Kim bilir?
--Ne dersiniz olabilir mi?
--Her şeyi, kişilik ile tanımladığımız bu modern çağda, zamanı ruh ile tanımlamak ne kadar gerçekçi bilemem ama, bir şeylerin tadı gibi, kişiliği gibi, benliği de kalmamış.
--Aklımız bir karış havada, ne yediğimizin, ne içtiğimizin, ne sevdiğimizin, ne dokunduğumuzun ne de varlığımızın farkında değiliz.
--Gelin isterseniz, zamana bir ruh katalım da, önce kendimize sarılalım. Kendimizin farkında olalım. Sonra da çevremizdekilerin farkına varalım.
--Biri birimize sanal dokunuşlar, sahte tavır ve davranışlar yerine, içten, sıcacık, sımsıkı sarılalım.
--Farkında olmayabiliriz ama; insan, enerjisini insandan,. Sevgiden, Dokunuştan alır. Göz göze olmaktan, gelmekten alır.
--Dün, o kadar eğitimli, donanımlı kişilerin olduğu yerde, her şeyi olan, her şeye sahip kişilerin kendilerine, yanındakilere yabancı, ellerinde ki sanal dünyaya aile olmuş olmalarına bir üzüldüm.
--Bir üzüldüm ki, sormayın gitsin.
--Atın ellerinizde ki o siz olmayan, sizin olamayan her şeyi.
--Ne var ise, kim var ise en yakınınızdakine, dokunun, sarılın.
--Sarılın ki, varlığınızı hissedin. Sarılacak hiç bir şey, kimse mi yok. O zaman size sarılacak kocaman bir hediye benden. KENDİNİZE SARILIN.
--Kendinizden daha sevecen, daha iyi, daha güzel bir şey yok; bir başkasını da kendinizi sevdiğiniz sürece sevebilirsiniz!...
--Her şeye kendiniz ile başlatın, Başka yaşanılan, yaşanılacak bir dünya olmadığı gib, sizden daha değerli bir şey de yok ki!.

Yayın Tarihi
20.09.2019
Bu makale 1225 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!