Kaç meydanımız var?

Geçen hafta “Kaç müzemiz var?” diye başlıyordu yazım, bu hafta “Kaç meydanımız var?” ile devam ediyorum sorgulamaya. Kent yaşamında meydanın yerini sorgulamak ve bizim hayatımızda meydanın yerini saptamak ana temamız ama ben bunun biraz daha ilerisine giderek, Akdeniz örnekleriyle de kıyaslamak istiyorum.

Sayın Hasan Bülent Kahraman’ın 6 Haziran 2010 tarihli Sabah gazetesinde “Tarih ve Meydan” başlıklı yazısında ilginç bir saptamayı aktararak yazıma başlayacağım “Akdenizlilik bizim için kağıt üstündedir. Biz şaraptan ve meydandan nasip alamamış bir milletiz. Şarapsızlık bizde yemeğin uzamamasına, meydansızlık hayatın kısalmasına yol açar.”

Meydan kültürünün bizim tarihimizdeki yeri, yok kabul edilemez. Kent hayatından söz edilirken aslında en küçük toplumsal birliktelik olan köylerde bile “köy meydanı”nın varlığını ve önemini inkar edemeyiz. Kuşkusuz batı toplumları ile doğu toplumlarının köyden başlayarak, kente kadar uzanan meydan kültürleri farklıdır. Akdeniz Medeniyeti içindeki ülkelerde ise “meydan” olgusu o ülkelerin Akdenizlilik kimliğinin üzerinde dominant olan kültürle doğru orantılıdır. Bugünden bir örnek verecek olursak Venedik, San Marco Meydanı ile Marakeş, Jemaa El Fna meydanını karşılaştırdığımızda, her ikisinin de çevresinde anıtsal yapılar vardır ve inanca dayalıdır ama belirgin fark, meydanda süren yaşam biçimidir. San Marco Meydanı’nı kullanımında Venedikliler sanatı, estetiği, yaşamda kalite ve düzeni öne çıkartmışlardır. Akdeniz yaşam tarzı rahatlığı batı normlarında gelişmiştir. Faslılar, Jamaa El Fna meydanını kullanımda, oryantal normların en uç noktasına kadar, Akdeniz yaşam tarzının rahatlığını ve Arap mistisizmini de işin içine katarak, tam bir kaos yapıda ama çok renkli ve farklı meydan yaşantısı yaratmışlardır. Bu yapısıyla Jemaa El Fna Meydanı’nın ana maddesi (rengi) insandır. Hem de 24 saat yaşayan, özellikle güneş batışıyla dozu artan insan kalabalığı, San Marco Meydanı’nın ana maddesi ise insan ve bina dengesidir. Akdeniz Meydan kültürünün ana özelliği olan hayatın geç başlayıp geç bitirilmesi bu iki meydanın ortak özelliğidir.

Gelelim bizim meydanlarımıza, daha doğrusu bizim meydan kültürümüz ne alemde? İstanbul’un tarihi meydanlarının yaşatılmadığını söylersem, bunun aksini iddia edecek kimsenin çıkacağını zannetmiyorum. Eminönü, Beyazıt, Sultanahmet, Üsküdar gibi örnekleri düşünün… Yaşayan ve elimizdeki en yeni (Cumhuriyet dönemi) meydanımız Taksim’dir. Zaten meydan deyince bizim ülkemizde, bugün ilk akla gelen de odur.

İstanbul dışındaki, özellikle turistik kentlerdeki meydanlarımızı gözümün önüne getiriyorum, tek kelimeyle yok saymalısınız. Genel anlayış; bir Atatürk heykeli ve çevresinden soyutlanmış, renksiz ve kimliksiz, yaşamayan ve yaşatılmamaya çalışılan meydanlar. Meydanın kent yaşamından bu kadar soyutlanmış, dışlanmış olmasına isyan etmek gelir hep içimden. Antalya’da araya sıkışmış Cumhuriyet Meydanı’nın genişletilmesi için bu kentin eski Valisi, koca Valilik binasının yıkımına izin verdi ama yerine sadece boş, kimliksiz ve yaşamayan ve yaşatılamayan bir alan kaldı. Kısaca meydanlar yaşatılamıyorsa ve yaşanmıyorsa meydan olamıyorlar. Meydanlar için ölçü, metrekare değildir, yaşam tarzını, sokağa taşımaktır. “Kaç meydanımız var?” diye sorarken aslında “bizim yaşam tarzımız ne?” diye soruyorum.

Sayın Hasan Bülent Kahraman’ın görüşü ise “Biz ya kendisini Akdenizli sanan bir Kuzey ülkesiyiz, ya Kuzeyli gibi yaşayan bir Akdeniz ülkesi”

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Yayın Tarihi
16.07.2010
Bu makale 11123 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!