İran Günlüğü…

İran, İslam Devrimi’nden önce medeniyet içindeydi. İran bugün içinde bulunduğu şartlardan çok uzakta bir ülke olarak burada yaşayan insanlar, bu hale geleceğini hayal bile edemiyorlardı. Onlar Avrupa’yı geçmişler, Amerika’yı bile beğenmez olmuşlardı. Geniş otobanlar, parklar, müzeler, tiyatrolar, gösteri salonları, sinemalar, modern ve şık mimarisiyle devlet daireleri, petrol şirketleri…

Şans bu ya işte, Koskoca bir Ülkenin gelecek ile ilgili kaderini etkileyecek bir seçim öncesinin arifesinde, belki de tesadüf olarak organize edilen 3ncü Tahran Turizm Fuarında yaşanan gelişmeler ve sokakta dalgalanan halk coşkusu arasında sıkışıp kalmış bir durumda olup bitenleri kendimce anlamaya çalıştım. Ülkenin bundan sonra nerelere gideceği tüm Dünya Ülkeleri tarafından merak edilen burada yaşayan toplumun patlamaya hazır bir bomba gibi atan yüreğinin sesine az da olsa şahit oldum.

Evet, evet, sanırım Allahın şanslı kullarından biriyim. Nerede bol olay, orada ben veya bir başka deyişle, olaylara tanıklık etmek bu olsa gerek, her zaman başa gelmeyen olaylardan bahsediyorum. Olayı yerinde görmek, herkesten fazla hissetmek ve uzun süre kendi içinde analiz etmek. Oysa ilk değil böylesi bir durum, İsrail Başbakanı İzhak Rabin’in suikast sonucu öldürüldüğü günün ertesi (05 Kasım 1995), İsrail topraklarına ayak basmıştım. Üst düzey güvenlik önlemleri, Ben Gorion Havaalanında uçak içinde yaklaşık 1 saat bekleme süresi sadece ufak detaylardan bazıları. Rabin’in bizzat vurulduğu yeri gördükten sonra bu işin gerçek sebebinin ne olabileceği konusunda düşünürken, o zamanda kafam karışmıştı, düşündükçe halen karışıyor. Aynı Beatles grubunun beyni olan John Lennonun (08 Aralık 1980) öldürülmesi gibi, anlaması zor olan bir durum. O zamanda olayı gözümde canlandırmış ve böyle bir olayın nasıl gerçekleşebileceğine dair sorularla uzun süre meşgul etmiştim beynimi. Buna benzer küçük örnekleri sıralamak mümkün, demek bazı olayların içinde olmak varmış kaderimizde. Yararı nedir peki, diye soracak olursanız, bunu ancak orada yaşadığınız taktirde anlarsınız diye yanıtlayabilirim.

Dönelim konumuza; tarih 09 Haziran 2009, saatler gece yarısını çoktan geçmiş. Tahranda İmam Khomeini (Humeyni) Uluslararası Havaalanına (IKA) indiğimizden itibaren, yüzümüze dalgalar halinde vuran o esrarengiz ve bilinmeyenlerle dolu kokunun esareti altında, otoyol güzergahı üzerinde Tahran şehir merkezine doğru seyir halindeyiz. Sabahın ilk saatlerine doğru olmamıza rağmen, otoyoldaki hareketlilik dikkatimi çekti.
Ve Ayetullah Humeyni’nin binlerce ışık kümesi ile parıldayan büyük iç avlusu ile Cami ve anıt mezar karışımı bina, sanki ev sahipliği yaptığı o kişinin günahlarını böylelikle örtmek ister gibi karşımızda durmakta. Yanından geçtiğimizde, bina canlanıp üzerimize doğru gelecekmiş gibi duruyordu adeta. Zaten şehrin (muhtemel tüm Ülkenin) her tarafında büyük posterleri asılıydı. Yerel para birimi olan Riyalin banknotları üzerinde basılı yüzü ‘’yaramazlık yaparsanız öperim’’ diye haykırıyordu adeta. Kısacası, yakın takip devam ediyor düşüncesi hakim oluyor insana.

Geçmişten günümüze
İran, İslam Devrimi’nden önce medeniyet içindeydi. İran bu şartlarda bir ülke değildi ve ilerleyen dönemde bu duruma geleceklerini hayal bile edemiyorlardı. Onlar Avrupa’yı geçmişler, Amerika’yı bile beğenmez olmuşlardı. Geniş otobanlar, parklar, müzeler, tiyatrolar, gösteri salonları, sinemalar, modern ve şık mimarisiyle devlet daireleri, petrol şirketleri… Medeniyet adına ne varsa hepsi Şah döneminden kalmaydı. Şah döneminde tek eksikleri Şah’ın kararlarını eleştirebilecekleri siyasal özgürlüktü. Onlara vaat edilen bu özgürlüğü elde etmek isterken, yemek, içmek ve giyim özgürlüğüne kadar tüm özgürlüklerini mollalara elleriyle teslim ettiler. Büyük güç olan dinin, ahlakı düzelteceğine ve toplumu olması gerektiği gibi düzenleyeceğine tüm benlikleriyle inanmışlardı. Oysa öyle olmadı, dolayısı ile açıkça aldatıldıklarını düşünüyorlardı.

Seçime çeyrek kala
Şimdi artık herkes için hesap sorma zamanı gelmişti. Musevi son 4 yıldır Ülkede Cumhurbaşkanlığı yapan Mahmut Ahmedinejad’a rakip olarak çıkmıştı sahneye. Özgürlüklerin geri verileceği müjdesi, halkta büyük coşkuya sebebiyet vermişti. Arabanın camından kolumu uzatıp motosiklet üzerinde seyreden gencin elinden aldığım Musevi’nin posterini ve yeşil bayrağını bizlerde salladık. Kayıtsız kalamazdık, öylece salladık kalabalık insan yığınlarının arasından geçerken, ortak olduk çoğunluğun sesine. İran’daki günler böyle geçerken, seçimden bir gece önce yine aynı manzaralar ile karşılaştık. Zaten buna benzer görüntüler günlerce devam etmişti. Binlerce insan gecenin oldukça ilerleyen saatlerine rağmen tüm trafiği alt üst ederek adeta özgür kalacaklarına olan sonsuz inançlarını haykırıyorlardı. Yaklaşık 5 km’lik bir güzergahı şanslı sayılabilecek bir saatte kat ettik. Gençler kah öfkeli, büyük ölçüde coşkulu idi. Ancak zaferden o kadar emin diler ki, o öfke seli, erken sayılabilecek bir şenliğine dönüşmüştü.

Otomobillerde, insanların boynunda ve kafalarına doladıkları yeşil kurdeleler dikkatimi çekmişti.
Arabalar ve insanlar çoğu bu kurdelelerle süslenmişti. Tahran şehir merkezine yakın güzergaha yaklaştıkça, sanki bir futbol maçı öncesi sokaklarda tezahürat yapan taraftar grupları görmeye başladım. Yeşil başörtülü kadınlar, yeşil fularlı ve bandanalı erkekler karşılıklı sloganlar atıyorlardı. Sonradan öğrendiğimize göre, ülkenin en büyük derbilerinde bile böyle kalabalıklar toplanmazmış. İşin bizim için daha anlaşılmaz bir tarafı ise, her iki Cumhurbaşkanı adayı taraftarları arasında hiçbir kavga veya taşkınlık yaşanmamasıydı. Belki yıllardır yaşadıkları toplumsal travmaların etkisiyle beyinleri uyuşmuş belki de bizlerin asla olamayacak kadar demokrat tarafları ortaya çıkmıştı. Ancak bu gerçeği şimdilik öğrenmemiz pek kolay olmayacak. Zira taraftarlar değil taşkınlık yapmak, kalabalıklaşmaya başladıklarında bile karşılarında Devrim Muhafızları’nı bulurlarmış. Ancak bu sefer durum çok farklı. İnsanlar sokaklarda mevcut Cumhurbaşkanına hakarete varan sloganlar atsa da, Devrim Muhafızları çıt çıkarmıyordu. Tahran’daki bu insan yığınları SMS mesajları ve Facebook gibi sosyalleşme sitelerinden örgütlenmişler. Böylelikle geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı seçiminin en güçlü adayı olan Musevi’nin yandaşları, bir gösterileri engellendiğinde böyle harekete geçmiş, başkentin orta yerinde 30 km’lik bir insan seli oluşturmuştu. Sonradan ise SMS mesajları çalışmadığını öğrendim. Muhtemelen seçim sonuçlarının açıklanması sonucunda sosyal bir ayaklanmaya karşı önlem alınmıştı.

Dışarıda tüm bu karmaşık olaylar yaşanıp fırtınalar koparken, Turizm Fuar alanı içerisinde farklı durumlar şekillenmekteydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı, Muğla Valimiz, Muğla Turizm İl Müdürü, Dalaman Havaalanı Müdürü stantları gezip iyi dileklerini ilettiler, hal hatır sorup, güncel bilgileri paylaştılar. Sayın büyüklerimiz ziyaretlerini tamamlayıp ayrıldıktan sonra artık ring artık sadece bizim turizmcilere kaldı. Oyunun kurallarına göre oynandığı bir sahne yani. Çok zaman geçmeden kurallar uygulanmaya başlandı,  belden aşağıda vuruşlar, kafa darbeleri, çelme takmalar, enseye tokat ve göze barnak halleri. Anlayacağınız üzere, oyunun tek kuralı, kuralsızlıktı… Çok romantik ve göz yaşı dolu bir sinema filminin 15 dakikalık mola arası gibi yani. Birazda Ali’nin yazıp Veli’nin bozduğu durumlar kısacası.

Hayal ile gerçek arasında gidip gelirken, eğreti yapının ne zaman çökeceğini beklemek yerine önlem almak ve bu doğrultuda hareket etmek gerektiğini anladık. Bizim değerli turizmcileri kendi hallerine bıraktık ve Fuarın eşiğinden kafamızı dışarı çıkardığımızda, kazanın artarak kaynamaya devam ettiğine şahit olduk. Aynı akşamın geç bir saatinde kendimizi yine sokağa attığımızda, sosyal bir amaç uğruna, bizim çoktan unuttuğumuz demokratik bir tavır ile mücadele eden insanlara tanıklık ettik. İnandıkları davaya sahip çıkmak adına verdikleri mücadele doğrusu görülmeye değerdi. Kadın, erkek, çoluk, çocuk, bebek sanki kutluyor gibiydiler daha şimdiden ilan edilmemiş zaferlerini. İran’daki mücadeleyi sadece Kadın ile bağdaştırmak son derece yanlış. Zaten olayın bu derece ileri giderek yoğunlaşması, sadece kadın hakları ve buna bağlı sosyal unsurlardan ibaret olmadığını gösteriyor. Olaylar tamamen Ülkenin geleceğine yönelik olarak alınmış bir pozisyondan ibaretti. Ülke, sadece Kadınların esaretini değil tüm halkın yıllardır yaşadığı esareti sorguluyordu. Tekrar etmek gerekirse kadın, burada sadece bir figüran niteliğinde. Cümlenin anlamını buradaki ortama tanıklık etmiş olan okuyucular çok iyi anlayacaklardır.

İran’daki durum tamamen toplumun zincirlerini kırma ve özgürce yaşama isteğinden ibaret. Bizler için yapacak çok fazla bir şey kalmadı, gerçeklerin kucağında olayları izleyerek, yarınların Ülkeye ve insanlarına neler getireceğinden habersiz, yine gecenin ilerleyen bir saatinde Ülkeden ayrıldık üstümüzdeki esrarengiz ve bilinmeyenlerle dolu o kokuyu atmış olarak. Şimdi seçimler bitti, özgürlüğe oy veren insanlar hayal kırıklığı yaşıyor, kazan daha da kaynamaya başladı… Bundan sonrasında neler olur, bunu hep beraber göreceğiz. Gerçekten bir şeyler var bu İranlılarda birçok toplumda olmayan, uğruna inandıkları meseleye hep beraber demokratik bir şekilde sahip çıkıyorlar…  

Can Bekin – cbekin@gmail.comwww.canbekin.tr.gg

Yayın Tarihi
15.06.2009
Bu makale 11468 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!