Hayal kurmak, hayallerinin peşinden gitmek, hayalci olmak...
Yaşadığımız toplumda, özellikle büyüklerinden anne-babamıza onlardan da bize aktarılan pek de onay görmeyen eylemlerdi. Hayal kuranları “aklı bir karış havada” diye tanımlar, genelde çocuklarının “ayakları yere basan, aklı başında” olmasını ister aileler çoğunlukla, arada istisnalar olsa da, genel kanı bu yöndedir.
“Deli deli gülme” (oysa hayalindeki bir hoşluğa gülümsüyor), “aklını başına topla”, “deli saçması” “icat çıkarma” diye kısıtlamaların bilinçsizce çocuklarına aktarımından başka bir şey değildir. Gerekçe aynıdır “Ayakları yere basan!” olmak…
Ancak günümüzde beyin ve işlevleri ile ilgili araştırmalar, hayal kurmanın önemini vurgulamaktadır. Zihnin yaratıcı yönünün aktif olabilmesi için bireyin “ayaklarını yerden kesen özgür fikirlere” ihtiyacı olduğu bilinmektedir. Kısaca, yaratıcı düşünce hayallerle beslenerek gerçekliğe dönüşür. Çevremizde gördüğümüz insan yapımı her şey bir zamanlar birinin ya da birilerinin hayali değil midir?
Anne-babaların hayal kurması; hayallere önem vermesi, kendi yaratıcı zekalarını geliştirmesi kadar çocuklarını daha iyi anlayarak yakın ilişki kurması bakımından çok önemlidir.
Çocuklar, sağ beyin fonksiyonları ağırlıklı olarak doğarlar. Renkleri, değişik sesleri, müziği, beden dilini anlamayı ve tüm bunları kendi hayal dünyalarında zenginleştirmeyi bilirler. Sözcükleri tam olarak anlamlandıramadığı anlarda bile bedenin ilettiği mesajları alırlar.
Çocuklarımızı konuşmadan önceki bebeklik döneminde beden diliyle anlamayı biliriz. Karnı mı acıktı, altını mı kirletti, gazı mı var, anlarız. Bir yandan da büyüdüğünü, yürüdüğünü, konuştuğunu ve neler yapabileceğini hayal etmeye başlarız. Peki sonra ne olur? Çocuğumuz, hayal ettiğimiz gibi emekler, yürür, konuşur, kreşe-okula gidip birçok şeyi öğrenir.
Çocuğumuz büyüdükçe, konuşup sosyalleştikçe, bizim ayaklarımız yere basar ve başka çocukları gördükçe; kendi çocuğumuzla ilgili hayallerimizin yerini kıyaslamalar ve kaygılar alır.Doğduğu andan itibaren “eşsiz” olan, hayallerimizi süsleyen “prens ya da pre nsesimiz” hatalar, yanlışlar yapan sıradan çocuklar oluverirler gözümüzde. Aramızdaki yaş ve deneyim farkı kapanmışçasına, onların bizi anlamasını bekler halde buluveririz kendimizi çoğu zaman. Sanki konuşmakla her şeyi anlatıyorlar ya da biz anlatmak istediklerinin hepsini anlayabiliyoruz gibi. Araya bir de ergenlik girince, işler iyice sarpa sarar…
Bir yandan kendi hayallerini gerçekleştirmek, diğer yandan da çocuklarının iç dünyasına yakın olmak isteyen Anne-Babalar; doğuştan sahip oldukları “HAYAL KURMA” yetilerini geliştirmek durumundadır. Böylece hem çocuklarına iyi bir rol model olmayı, hem de onlarla ortak frekansı yakalayarak daha iyi anlaşabilmeyi başaracaklardır.
Hayallerinizle mutlu kalın!...