Fransız Kalmak yada Kalmamak!

Fransız parlamentosu'nda Ermeni tarihi yeniden yazılırken tarihimizi karalama oylaması varmış, bana ne? Radyoyu televizyonu, interneti kapatır, gazete, dergi okumam olur biter! demek isterdim. Ama olmuyor… Aslında onlarca yıldan beri yani bugüne değin tam tersini yapıp maç sonucunu bekler gibi, senatolarda, parlementolarda yapılan oylamaları takip edip durduk. Bu durumun bir sağlıklılık belirtisi olmadığı açık.

Aynı basketbol maçında bir sayı önde iken, hakemin de yardımıyla maçın son 20 salisesinde serbest atış yüzdesi çok yüksek olan rakibe iki sayılık serbest atış hakkı(hediyesi) verilmesi gibi bir şey bu. Bunu kabul etmek zor… Dahası artık büyük çoğunluğun da kabul edemediği gibi ben de kabul edemiyorum.

Yıllardan beri son saniyede inisiyatifi karşı tarafa kaptırmış bir takımın eli kolu bağlanmış bir taraftarı psikolojisiyle; çaresiz tezahürata devam ediyor ve  ritmi yükselmiş kalp atışlarımızın sesini kendimizden başka kimse duymuyor.  Bu ruh haliyle kaç kez  imza kampanyalarına katıldık, başkanlara, cumhurbaşkanlarına, dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletlere protesto mektupları gönderdik, durduk. Hatta bu konuda internetin yaygın olmadığı dönemlerde yani 1990'larda yine dönemin Fransız cumhurbaşkanına ve diğer ilgililere postayla mesajlar göndermiştik.Yine Akdeniz Üniversitesi senatosu üyesi olarak görev yaptığımız dönemlerde de benzer içerikli metinlere imza koymuştuk. 
Pekala ne oldu? Ne umduk, ne bulduk?  Onlarca yıldan beri milletten  yetki alanlar işin gereğini yerine getirmeye çalışsalar da, ne yazık ki sonuç alamadılar, yani sonuç  alamadık. 

Aslında senatolarında ve parlementolarında oylama yapanlar, usta bir satranç oyuncusu kararlılığıyla "ne yapmak istediklerine" çoktan karar vermiş görünüyorlardı. Hatta yasa teklif edenler ve kararları oluşturanlar, olmayacağını bile bile önce  "çoban matı" bile yapmayı deneseler de; esas hamleyi hamle yapamaz hale getirecekleri bir muhatap bulduklarında „şah“ ve „mat“ demek üzere hep sona bıraktılar.  

Kim fransız kaldı, öz-eleştirisi:  Sadece karşı tarafı eleştirmek yerine doğal olarak  öz-eleştiri de yapmak gerekiyor. Bu kapsamda Türkiye ne yazık ki uzun yıllar, 1915 olayları konusunu öteledi ve ilgili ilgisiz pek çok ülke bu konuyu kendi gündemlerinin ana konusuymuş gibi  parlementolarında tartıştı, kararlar aldı. Böylece konu genelleştirildi ve sorun haline getirilerek kartopu gibi büyütüldü.

Sonuç olarak aslında gerekli girişimleri doğru araçlarla ve zamanında ele alamamamız nedeniyle konuya „fransız kaldık“ ve maalesef  Türkiye olarak biz de(bunun gibi benzer temel sorunları da uzun süre dondurucuya atıp bekleterek), bu sürecin aleyhimize dönmesine yardım ettik. Fransızlar gibi ne istediklerini bilenler ise; ısrarla süreci Türkiye aleyhine çevirme gayretlerine devam ettiler.

Ve bugün dile getirilen ve gösterilen tepkiler ve daha önemlisi açıklanan yaptırımlar konunun dondurucudan çıkarılmakta olduğunu gösteriyor.. Bugüne kadar yapılan çalışmalara ve tepkilere bakıldığında en etkili karşı önlemlerin tek vücut halinde dile getirildiği görülüyor. Ancak ne yazık ki, “top rakipte, rakip ise serbest atış çizgisinde ve son  20 salise“. Ve bu sonucu değiştirmeye yetmeyecek kadar kısa bir süre. Bu nedenle  yapılacak tezahüratın etkili olması mümkün görünmüyor.

Fakat her ne olursa olsun konu bizimdir, bizim tarihimizle ilgilidir ve bunu inisiyatifi ele alarak bilimsel metodolojiyi kullanarak biz çözmek durumudayız.

Birinci Dünya Savaşı ve 1915:  Birinci Dünya Savaşı bir bütün olarak değerlendirildiğinde daha çok Osmanlı ve bakiyesinden doğan Türkiye Cumhuriyeti için önemli toprak ve insan kayıplarıyla sonuçlanmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu süreçte yaşanan 1915 olayları üzücüdür, yazık olmuştur. Olmasa en iyisi olurdu, ama ne yazık ki olmuştur. Acıyı paylaşmamaksa mümkün değildir.  1915 olaylarını ilk kez 1980'lerde Çukurova Üniversite öğrencisiyken Ord.Prof.Dr. Cemal Kutay'dan, sonra Prof.Dr.Türkkaya Ataöv'den, son olarak ise Prof.Dr. Anıl Çeçen'den dinlemiştim. Bu önemli isimlerin ortak noktası, tarihin bilimsel metotlarla ele alınmasına olan inançlarıydı, hatırladığım bu... Zaten tarihi bilimsel metotla ele almak için olanak varsa ve buna sırt dönülüyorsa, niyetin samimi olmadığı açığa çıkar.


Tarihi Bilimle Açıklamak: Bilim bilim için yapıldığı kadar, toplum için de yapılır, özellikle bu ve benzer tarihi sorunların çözümlenmesinde bilimden başka çıkış yolu aramak yanlıştır. Tarihi bilimsel metotla ele almak için olanak varken, buna sırt dönülüyorsa, bu aslında niyetin samimi olmadığının kanıtıdır. 1789 devrimini yapan bir ulusun temsilcilerinin; gerçeğe, bilime ve hakka prim vermesi beklenirken, gerçeklere bu kadar "fransız kalmaları" özel olarak araştırmaya değerdir. 

Ortaçağ dönemi karanlığını geçeli çok zaman olmasına rağmen, hala ortaçağ önermeleriyle sonuç almak isteyenler, ne yazıkki bilime de saygı göstermediklerini gözler önüne sergiliyorlar.

Bilimsel metodolojiyi kim dışlıyorsa yanlı (subjektif) olmayı da kabul ediyor, demektir. Yanlı kararlar alanlar ise çıkara dayalı tavırlarını açıkça ortaya koyuyorlar, demektir ... 

Bizler ise herşeyin ötesinde bilim insanı duyarlılığıyla haksız ithamların ve kararların karşısında olmak durumundayız. Olmasak biz de yokuz demektir ki, durum böyleyse başkalarının bizim yerimizi alma zamanı gelmiştir, demektir. O halde ya sahneden inmek ya da haksızlığa karşı koymak gibi bir zorunluluğumuz olmalıdır.


Türkiye ne yapmalı?
Türkiye bu alanda "HER ŞEYE RAĞMEN BİLİM" yaklaşımıyla ÇALIŞMALI, HAKSIZLIĞA KARŞI MÜCADELE ETMELİ GERÇEKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARMAK yönünde  İngiliz Profesör Bernard Lewis gibi saygın yabancı tarihçi ve bilim insanlarından da yararlanmalıdır. Bir yabancı futbol teknik direktörüne yıllık bir kaç milyon avro ödeyebilen bir ülke, önemli fonlar sağlayarak kapılarını yabancı tarih bilim insanlarına da açabilecek güçte ve yetenektedir.  Bu kapsamda bugünlerde önemli açıklamalar yapan özel sektör ve TÜSİAD gibi sivil toplum kuruluşları da burada rol alabilir, hatta almalıdır. Bu kapsamda kamu ve özel sektör kuruluşları yanında sivil toplum kuruluşları da bilimsel metodolojiyi esas alarak uzmanlık masaları kurabilirler, bunların çeşitli fon kaynaklarıyla desteklenmesi sağlanabilir ve akademik kürsüler haline dönüştürülerek etkili olmaları yönünde teşvik edilebilir.

 

Yine uluslararası bilimsel işbirlikleri geliştirilebilir. Dahası bu işi hakkıyla yapacak müthiş bir insan kaynağımız ve bilim insanı potansiyelimiz olduğu da dikkate alınarak, uygun kaynak tahsisiyle ve bunun etkin kullanımıyla sorunu çözmek yönünde inisiyatif almak ve geliştirmek mümkün olabilir.

 

Sonuç olarak mücadele uzun vadelidir. Çok kısa, kısa, orta ve uzun dönemli stratejiler  ve buradan hareketle bu ve benzer temel alanlara yönelik doğru politikalar geliştirme zorunluluğumuz var.  Yoksa bizim çocuklarımız da ne yazık ki “eğitim sistemimizin kazandıramadığı bilinçle“ bizden daha fazla konuya “fransız kalabilirler, ki bu durum “dayatmaları kabullenmekle“ sonuçlanabilir.

Buna göre konuyla doğrudan ilgili görevi olan Tarihçiler, Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgililer yüksek düzeyde performansla konuyu 365 gün 24 saat çalışmalıdır... Ancak bu şekilde hariçten gazel okuyanlara, önce tarihe bilim penceresinden bakılması gerektiği düşüncesini kabul ettirerek ve dolayısıyla gazel okumanın kurallarını öğreterek, nasıl gazel okunabileceği dersini bilimsel veriler ışığında vermek gerekir. Çok kısa dönemde ise yani bugün ve yakın gelecekte mütekabiliyet ile karşılık verilmek gerekir.

 

Yayın Tarihi
21.12.2011
Bu makale 16169 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Merhabalar Orhan Bey, evet, makalenizi okumuştum ama benimki yayımlandıktan sonra, en doğrusu başlık dikkatimi çekmişti. Konuyu eğrisiyle düzüyle genişçe ele almşsınız teşekkürler... Ayrıca tarihten esinlenerek dizi yapılmasına izin verenlerin de çorbada tuzu vardır elbette ki. Oysa tarih, yaşantıdır ve gerçektir. Esinlenilmesi, kurgulanması mümkün değildir... saygıyla

afife demirtaş 26.12.2011

Evet hocam...Tarihimi tartışacağız yoksa bu işin altında başka bi'şey mi var, bir türlü anladım. Şimdiye kadar hep canlı tarihler vardı, Şimdilerde hayatta olan varmı bilmiyorum. Bir canlı tarih, bir de belgelerle şimdiye kadar neyse bu iş ortaya konulmalı ve bunu öyle bir hale getirmeliydik ki, bir daha hiçbir parlamento ve siyasetçi bunu politik çıkarlar için kullanamasın. Türkiye’deki siyasetçiler haklı oldukları yerlerde; çokta kendi düşüncelerini iyi ifade edemediklerini düşünüyorum. "Ben de senin Cezayir Uganda vs. dosyalarını açarım ha.’ gibi laflar ediyorlar.. Oysa bu olaylar onlara bırakılmamlıydı. Burada burnumuzun dibinde sınır komşumuz olan Ermenistan ile sorunların çözülemeyeceğini pek sanmıyorum. Çünkü sanırım 50 bin civarında ermeni ülkemizde kaçak çalışıyor ve her bir şekilde komşu komşunun her daim külüne muhtaçtır. Türkiye, büyük devlet olduğu için büyük düşümelidir. Yoksa her zaman bu ve buna benzer çeşitli ülkeler tarafından bu olay temcit pilavı gibi her zaman karşımıza çıkarılarak, Ermeniler ve kendileri için hep siyasete malzeme yapılacaktır. Biz burada komşu olarak yaşadığımız sürece bu neyse tedavi edilmeli. Çünkü Bizim için sorun yok demekle bu problem ortadan kalmıyor.. Fransa ve Destekçileri fransa gibi düşünenler 1915’e takıldılar ve orada kaldılar. Çözülmediği sürece de orada kalacaklar. sayın Hocam...

aykuT yılmaZ 21.12.2011

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!