Entegrasyon

Son yıllarda Avrupa toplulukları içinde, en çok tartışılan konular arasında, entegrasyonun yer aldığını biliyoruz. Avrupa’nın artmayan nüfusunu dengeleyen, ama dengelediği kadar da sorun haline gelen dış göç, 1960’lardan sonra başlayan işçi göçünden daha farklı durumda.

Almanya’yı ele aldığınızda ilk göçün geldiği ülkeler; İspanya, İtalya, eski Yogoslavya, Yunanistan ve Türkiye. Almanya’da ilk göç hareketinden geriye, büyük yoğunlukla Türkler kaldı. Şimdi İspanya, İtalya artık göç alan ülkeler durumundadır. Her iki ülke gerek komşuları, çoğunlukla da Afrika kökenli yoğun göç hareketi altındadır. Sorun haline gelmekte olan bu göç hareketi karşısında bir tarafta ucuz iş gücü bulma rahatlığı, diğer tarafta “ne olacak bu işin sonu” kaygıları durmaktadır. İtalya ve İspanya geçmişte faşist rejim yaşamış 2 topluluk olarak beni korkutuyor. Bu ülkelerdeki artan Afrikalı göçmen nüfus ile Fransa’daki Afrikalı nüfusu karşılaştırmak olanaksız. Kuşkusuz Fransa’da Paris’te yerli nüfus ile birebire yaklaşan sayılardaki göçmen nüfus, İtalya ve İspanya’da henüz bulunmuyor.

Almanya’daki en yoğun ve en eski göçmen topluluğu; Türkler. Göçmen sorunları orada konuşulmaya başlandığında, en ön planda Türkler anılıyor. Neredeyse konuyla özdeşleşmiş olan Türkler, aslında bir entegrasyon sorunun da ana teması. Son yıllarda Polonya, Sırbistan hatta Rusya’dan gelen göçlerdeki sorunlar, Almanlar için birer entegrasyon problemi olarak görülmüyorlar.

Sorunun neden Türkler üzerinde yoğunlaştığını öğrenmek zor değil. Bana göre Türkler entegrasyon ile asimilasyon arasındaki farkı henüz kavrayamıyorlar. Türkler, eskiden beri, geri dönüşü olup olmayacağı tam belli olamayan bir toplulukta, inanç, gelenek görenek muhafazasıyla kendini korumaya çalıştılar. Üstelik onları gönderen ve onları birer döviz kaynağı olarak gören kendi devletleri, onlar için sürekli olabilen hiçbir plan üretmedi. Deryada, küreksiz ve yelkensiz kayık gibi, kaybolmama mücadelesi veren insanlarımız, yeni kuşak bugün entegrasyonu farklı konuşuyor. Hatta konuşmuyor, gösteriyor. Yeni kuşak için Almanya “el kapıları” değil artık.

Almanların hala üç kuşak öncesini örnek alarak konuştukları entegrasyon sorununun altında, gerçekte kişilerin giyim kuşam, inanç özgürlükleri var. Köln Camisi’nin minarelerinin Domm Kilisesi’nin, çan kulesini geçip geçmeyeceği, kentin siluetinde farklılık yaratacağı, ana konu. Öteki tarafta aile içi şiddet ve töre cinayetleri çok yoğun görülen bir yapıda olmasa da entegrasyon engeli olarak bazıları tarafından öne çıkarılıyor. Alman medyası Türkiye’deki olaylar karşısında her olayda Kürt –Türk ayrımını öne çıkartsa bile, bu konuda bir ayırım yapmadan, haberleri yoğun veriyor.

Almanya’daki kültür ve sanat hayatında hatta toplumun tam gözünün önünde olan medya ve siyaset dünyasında etkin Türklerin olması gözden kaçırılıyor.

Son olarak geçen perşembe günü Alman ARD kanalında, Alman TV dizilerinde en çok sevilen aktörlerden Erol Sander (birçok Alman onun Türk olduğunu bilmiyor) Sibel Kekeli, konusu İstanbul’da geçen bir polisiye filimde yer aldılar. Böyle bir filmin yapım yorumunu tek cümleyle yapmak istiyorum; Türk toplumunun Almanya’daki entegrasyon süreci bitmiştir, onların sahip oldukları değerlerini kabullenme süreci, Almanlar için de bitirilmelidir.

Not: Bu yazı 9 Kasım Berlin Duvarının yıkıldığı günün kutlamalarında, “tüm duvarların yıkılması” ümidiyle yazılmıştır.

 

SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR

Yayın Tarihi
11.11.2009
Bu makale 2155 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!