Egemenlik ikinci planda

               Ne yazık ki günümüzde egemenlik, ikinci plana atılarak sadece çocuk bayramı kavramına sokuldu, bu yüzden kaygılanıyorum açıkçası. Oysaki ilkin 23 Nisan 1920 bir ulusun yeniden doğuşu için gerekli çalışmaların başlatıldığı gündür. Elbette ki çocuklar ulusun geleceğidir, o egemenlik de onlara aittir ve sürdürecekler yine çocuklarımızdır. Tabi ki çocuklara gereken önemi göstereceğiz ama konunun aslını işleyerek egemenliğimizi öylece emanet etmeliyiz. Günümüzde henüz Atatürk’ü bilmeyen,  özellikle öğretilmeyen çocuklarımız bile var. Eh, tüm bayramlar ve eğitici etkinlikler yalnızca ağırlıklı olarak özel okullara yönelik gerçekleşirse duyacaklarımız, göreceklerimiz kaçınılmazdır. Bir günlük devlet büyükleri koltuklarına bile özelde okuyanlar oturuyor. Devlet tarafından ötelenen çocuklar, yine devlet okullarında okuyanlardır ve ne yaman çelişkidir.

 

                Bir de 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda TBMM’de "Türkiye Öğrenci Meclisi" adı altında birleşim yapılır ve bu birleşimde alınan kararlar "sonuç bildirgesiyle" ilgili bakanlıkların gündemine girmesine neden olur. Bunun için tüm illerimizden TBMM ve Milli Eğitim Bakanlığı'nca hazırlanan "Demokrasi Eğitimi ve Okul Meclisleri Projesi"ne göre, öğrenci temsilcileri seçimle belirlenir. TBMM Başkanlığı'nın yayınladığı Öğrenci Meclisleri İçtüzüğü'ne göre, öncelikle ilk ve orta dereceli okullarda "Okul Meclisi Başkanı" seçilir. Okul başkanlarının katılımıyla "İl Öğrenci Meclisi" oluşturulur. İl Öğrenci Meclisi kendi arasında toplanarak "İl Öğrenci Meclis Başkanı"nı seçer. Seçilen bu başkanlar, her yıl 22 Nisan'da Ankara'ya gelerek TBMM'de "Türkiye Öğrenci Meclisi"ni oluştururlar ama her ne hikmetse bu kazıklar(!) yirmili yaşlardadır genellikle. Anlamak ise olası değildir, egemenliğin yanı sıra çocukların bayramı da elden gidecek korkarım.

                Bu bağlamda 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı işlediğim şiirsel öykümü sizlerle paylaşıyorum.

 

            Hey taş adam!

               

                Bir çocuk ağladı kulaklarımda. El değmemiş gözyaşları aktı içime. Minicik ellerinde sıcaklık yerine, nasırlar vardı. Çizilmiş pembe derisinde her türlü pisliğin izleri. Sümükleri akarken dudaklarının üzerine, yeşilin en çirkin, en yapışkan hâliydi. Gözlerinde umutları kaybolmuştu:

                 Tiz sesiyle ulaştırmak isterken “Sıcaaak simiiit!” diye birilerine, içi titriyordu. Bir ara düşündü durdu:  “Ben kimim?”dedi. “Ayakkabılarım Alican’ın, kazağım Osman’ın, pantolonum, mahallenin zengin çocuğu Oğulcan’ın, kocaman çoraplarım ise hiç tanımadığım filanca amcanın. Bana ait ne var, benden kimin haberi var?”dedi. Hırsını, taşları tekmeleyerek çıkardı.

                Karazeytin gözlerini kısa kesilmiş kâkülleri süslüyordu, yakışıklıydı, fakat o çehresini beğenmiyordu. Akşamı zor etti çırpı bacakları, bedenini taşıyamıyordu. Eğildi baktı; ne kadar da çelimsiz ve zayıftı. Gecenin kasvetinden çekinmeden yürüyordu, belli ki alışıktı. Öyle yorgundu ki adımları gitmiyordu, usulca kenara oturdu. Soğuktu...

         Gecenin ahlâksızlığı kolgezerken, simit tepsisinin üzerine yığıldı. Isınmak için başını kollarının arasına aldı, tam da o kadardı. Issızlığı bastırmak için anında beste yaptı, şöyle mırıldandı:

         “Sokak çocuğuyum/sokaklar dostum, arkadaşım/ derken dalmıştı. Üstüne kedi sıçrayınca ansızın ödü patladı, yerinden hopladı, avazı çıktığınca bağırdı:”Hayır, böyle yaşamak istemiyoruuum!”

Kuş gibi çırpındı yüreği, neredeyse fırlayacaktı. İlk defa annesini bu denli yanında istedi, başını omzuna dayayıp doyasıya ağlayacaktı. Kâbus dolu gecenin ardından sabah olmuş, güneş doğmuştu. Fırının yolunu tuttu, sıcak simitlerle ısındı. Onun için herhangi sabahlardan biriydi. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’ndan habersizdi. 

                “Allah Allah” dedi, “Bu süslü çocuklar nereye gidiyor, davullar neden çalınıyor?” İçinde bir şeyler kıpırdadı, rap rap yürümek istiyordu.

                “Aralarına gizlice karışsam anlarlar mı acaba?”

Hiç bilmediği bu duygular da nereden çıkmıştı şimdi. Zamansız, çağırmadan gelmişti, gidin diyememişti, buyur da edememişti.

                “Bir şeyler dönüyor bilmediğim, belki de hiç öğrenemeyeceğim” dedi.

                “Hiişşt çekil, çekil bakiiim çocukların arasından!” diyen sesle irkildi, öfkelendi, kaşlarını kenetledi;

                 “Ben çocuk değil miyim?” diye söylendi. Uzaktan onları izledi. O da ne? İyi giyimli çocuklar, taştan adama çiçek götürdüler bir şeyler söylediler. “Mutlaka büyük adam, taştan resmini yapmışlar!”

         Kalabalık dağıldı, “taş adam” ile Barış kalmıştı. Simit tablasını yere bıraktı, hiç tanımadığı büyük kurtarıcıyla konuşacaktı.

                 “Hey taş adam, adım Barış! Herkes senin boynuna çiçek taktı, ben şimdilik simit verebilirim yalnızca, sakın kızma! Söz, büyüyüp adam olunca, kucak dolusu çiçek getireceğim sana...”

Yayın Tarihi
23.04.2014
Bu makale 7920 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!