Borç gırtlağa dayanınca…

Ekonomide de “bıçak” kemiğe dayanır! Dayanmakta olduğu anlaşılıyor. Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek –ki ekonomi yönetiminin en Hazine, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme, Merkez Bankası ve Sermaye Piyasası- gibi kritik dört kurumunun koordinasyonundan sorumludur- bir süredir özel sektörün birikimli döviz borcunun “riskli” bir seviyeye geldiğini, tedbir alınması gerektiğini ve hükümet olarak alacaklarını söylüyor.

   Şimşek bu konuda son açıklamayı TRT Haber kanalında yaptı (26.3.2018). Ve, bir taraftan Türkiye için kötü günlerin geride kaldığını savunurken, diğer taraftan özel sektöre dövizle borçlanma yasağı veya sınırı getireceklerini bir kez daha belirtti.

   Ben hayatım boyunca hiçbir hükümet insanının politik söylemlerini gerçekler üstüne kurduğunu duymadım, görmedim. Ya sorunların üstü kapatılır, ya da sorun gerçeğinden kopartılarak iyimser lâflarla boğulur.

   Bu döviz meselesi de öyle. Şimşek, yetkili ağız olarak bir taraftan “Türkiye için kötü günler geride kaldı” diyor, birkaç cümle arkasından, şirketlere döviz yasağı getirmekten söz ediyor.

   Şimdi, ekonomi basını ekonomi basını olsa bu yasak girişiminin üstüne gider. Nedenini sorgular; “… kötü günleri geride bırakmış” Türkiye’de, 1980’li yıllarda bir gecede serbest bırakılan döviz giriş, çıkış alım, satım rejiminin 2000’li yılların ilk çeyreğinde neden özel sektör borçlanmasına yasaklanacağını, önünü ardını didik didik ederek araştırır, kamuoyunu bilgilendirir.

YASAK KRİZE ALÂMETTİR!

   Alâmet, yani belirti veya işaret… Biraz daha zorlarsanız, olgu! Evet, gerçi bir süredir sözü edilmiyor, “dünyanın 17. büyük ekonomisiyiz” lâfı geride kaldı. Zaten sanal bir böbürlenmeydi. Türkiye’yi pazara çevirmiş küresel sermayenin şişirilmiş sırt sıvazlamalarıydı. Bırakın 17’nci sırayı filân… Ekonomi bugünün iç ve dış şartlarında henüz “70 cent’e muhtaç” hâle gelmediyse de, durum ve gidişat esas olarak o yöndedir.

   Olgulardan devam edelim: Özel sektörün şu anda kabaca 300 milyar dolara yakın döviz borcu var. Bunun 200 milyar doları uzun, 100 milyar doları kısa vadeli. Kısa vadeli borcun 55 milyar doları dış kaynaklı, 36 milyar doları da iç yükümlülüklerinden oluşuyor ama adı farklı kendisi döviz borcu.

     Şimşek’in verdiği bilgilere göre, yaklaşık 300 milyar dolarlık borcun yüzde 84’ü 2 bin 118 şirkete ait. Bunlar genellikle Türkiye ölçeklerine göre, ekonomiyi sırtlayan, sanayi üretimini bizzat gerçekleştiren veya dolaylı tetikleyen, ihracat, üretim, katma değer, istihdam ağırlıklı şirketler. Bu bir.

İkincisi, bu şirketler üretim merkezli işlerini yabancı para ABD doları ve avro ile yürütüyor. Bugün Türkiye bir birim ihracat malı için üç birim ithalat yapmak zorunda. İthalat ise, ekonomiyi yönetenler herhâlde bilir (!), dövizle yapılıyor. Bu iki.

   Türkiye ekonomisi giyim kuşam, demir çelik, dışa bağımlı otomotiv, gıda gibi bir elin parmakları kadar sayıda sektörün konvansiyonel; yani sıradan sanayi üretimiyle yılda ortalama 150 milyar dolarlık bir ihracat kapasitesini ancak yaratabiliyor. Bu ihracatı da bedelini borçlanarak edinebildiği üç misli ithal girdiyle gerçekleştirebiliyor. Bu da üç.

ALÂMETE BİNMİŞİZ   

   Şimşek, Binali Yıldırım kabinesinde ekonomi için çok önemli bir koltuğu işgal ediyor. Türkiye’nin borç politikasını, para politikasını, sermaye piyasasını ve bankacılık sistemini “yöneten” dört kurumun görevleri, uygulamaları, istihbaratı ve ekonomi âleminden bu kurumlara yansıyan sorunlar, ayrıntılı olamasa bile bakan konumu nedeniyle malûmu.

   Bu konumdaki bir hükümet yetkilisinin mesajlarını doğru okumak lâzım. Son günlerde döviz fiyatlarındaki artış, TL değerindeki düşüş, enflasyondaki tırmanma vb. yüzeysel sonuçları dış gelişmelere bağlayan “analizler” gerçeğin üstünü örtüyor.

   Bir siyasi iktidar ekonomi politik zihniyetini ve pratiğini ihracata dayalı sanayii bile dışlayarak inşaat müteahhitlerinin insafına terk ederse, desteklediği “hafriyat ekonomisiyle” ülkeyi, ekonomiyi döviz borcu batağının kıyısına sürükler. Ekonomi bu kıyıya sürüklenmiştir.

 

     Türkiye ekonomisinin temel sorunu, “dışarıdaki gelişmelerin” içerde döviz kurlarına olumsuz yansıması değil, dışa bütünüyle açık ve bağımlı ekonomik yapının ve şirketlerin dayanıksızlığı, savunma mekanizmalarından yoksunluğudur. Ekonomi yönetiminin devlet kanadı da etkin mekanizmalardan yoksundur.

     Türkiye gibi ülkelerin para politikalarını kendileri değil bugün için ABD ve AB Merkez Bankaları etkiler ve yönetir! Piyasa unsurlarının gözü kulağı ABD’nin FED’ine, ekonomik göstergelerine mi yoksa bizim TÜİK’in, Hazine’nin, Merkez Bankası’nın göstergelerine mi duyarlıdır? Özel sektöre döviz yasağı krizin ön habercisidir.

 

Yayın Tarihi
30.03.2018
Bu makale 926 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!