Bilinçleri Yönlendirmek-3

          Sosyal Çatışmanın Mevcut Olmadığı Miti

         Ülkemiz son yıllarda ilginç süreçlerden geçmektedir. İktidar, İslamcı kökten gelen ancak sonradan demokrat olduklarını iddia edenlerin elindedir. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde meydana gelen olaylar, toplumda ciddi bir kutuplaşmanın olduğunu ve gelecekte de artarak devam edeceğini göstermektedir. Aşağıdaki fotoğrafta da görüleceği gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik olarak düzenlenen mitingde yüz binlerce insan bulunmuş ve seçim sürecini protesto etmiştir. Söz konusu miting nedeniyle açıklama yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise; yapılan mitingin toplumsal muhalefetin göstergesi olmadığını, sadece “bindirilmiş kıtalar” olduğunu belirtmiştir. Bindirilmiş kıtalar değimi ile mitinge katılanların, toplumsal muhalefeti temsil etmediğini, olsa olsa bir kısım çevrenin muhalefeti olarak görmüştür. Açıklamasında, kendi düzenledikleri törenlerde çok daha fazla insanın bulunduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiştir.

Siyasetçilerin bu türden açıklamalarını anlamak mümkündür. Hiçbir siyasetçi, hele iktidardaysa, bu gibi eleştirileri hoş karşılamaz. İktidar sahipleri, her zaman toplumsal ortamı olumlu göstermek için çaba gösterirler. Bunu anlayabilmek olanaklıdır. Ancak, anlaşılması güç olan bir şey vardır ki, o konu daha da önemlidir. Ulusal mesaj üretim merkezleri yani medya, hemen her çatışmayı bireysel bir sorun olarak takdim etmeyi önemli sayarlar. Onlar için toplumsal çatışmaların sosyal kökleri diye bir şey yoktur. Hele işçi-işveren arasındaki ilişkiler söz konusu olunca medyada tek satır haber göremezsiniz. Çok değil, bundan 10–15 yıl kadar önce gazetelerde “Çalışanın Dünyası”, “İşçinin Evreninden” “Çalışma Yaşamı” başlıklarını taşıyan sayfalar vardı. Ekonomi haberleri için ise sadece 2 sayfa ayrılırdı. Bugün aynı gazeteler baktığımızda, çalışma dünyası ile ilgili sayfaların kaldırıldığını, çalışanların sorunları ile ilgili haberlerin yok sayıldığını görebiliriz. Bunun yanı sıra, ekonomi sayfalarının sayısı 10 sayfanın üzerine çıktığı da bilinen bir gerçektir. Ne vardır o ekonomi sayfalarında diye bakınca da, holdinglerin “ekonomi için ne kadar yararlı işler!” yaptıklarını okursunuz. Yabancı sermayenin ülke ekonomisi için ne denli önemli olduğunu o sayfalardan öğrenirsiniz. Ama hiçbir ekonomi sayfasında, söz konusu yabancı sermayenin yatırım amaçlı ülkemizde bulunmadığını, sadece borsada işlem yaptığını, dilediği zaman da ülkemizden ayrıldığını öğrenemezsiniz.

Televizyonlara baktığınızda da farklı bir şey yoktur. Var olan programlar, her TV kanalında birbirinin taklididir. Haberleri izlediğinizde de, ciddi bir sorun göremezsiniz. Çünkü haberler neredeyse baştan sona kadar magazin içeriklidir. Bu yılın moda kıyafetleri neler? Rejim nasıl yapılmalı? Kim kime ne demiş? Diğeri o bir şeyler söyleyene ne yanıt vermiş? Haberlerin ana konuları arasında yer almaktadır. Böylelikle ülkenin temel sorunları göz ardı edilmiş, toplumsal sorunlar yokmuş gibi davranılmış olmaktadır. Bırakın ülkede yaşayanları, ülke dışında olup da, olayları dışarıdan izleyenleri bile hayrete düşürecek bir bilgi akışını izlersiniz her gün. Bu uygulamaların tek amacı vardır. Sosyal çatışmanın mevcut olmadığı mitini yaratmak.

 

Medya Pluralizmi(Çoğulculuğu) Miti

         Medya sadece bizim toplumumuzun değil, bütün toplumların mahkûm olduğu bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Kitle iletişim teknolojilerindeki gelişme arttıkça, bireylerin kitle iletişim araçlarına bağlılığı da her geçen gün artmaktadır. Üstelik öyle bir noktaya gelinmiştir ki, kimsenin kimseyle yüz yüze görüşmesine ge-rek kalmamıştır. İnternet’in ortaya çıkıp yaygınlaşması ile birlikte, sadece haberleşme ilişkileri değil, eğitim hizmetleri bile internet üzerinden gerçekleştirilir hale gelmiştir. Kitle iletişim teknolojilerindeki gelişme, kitle iletişim araçlarının sa-yısını da arttırmıştır.

         Ülkemizden yaygın ve yerel yayın yapan yüzlerce ticari televizyon, yüzlerce radyo ve her gün yayın yapan 1000’in üzerinde gazete, yüzlerce yayınevi bulunmaktadır. Böyle bir yapıya bakıldığında çok geniş bir yayın yelpazesinin oldu-ğundan, medya çoğulculuğundan söz edilebilir.

         Ancak yayınların içeriğine baktığımızda, sayılarda görülen çoğulculuğu ve çeşitliliği görebilmek pek mümkün değildir.  Bireylerin, yayınlarda çoğulculuğu bulabilmesi pek de kolay değildir. Yayınların içeriklerinin birbirinin aynısı olması, çeşitliliğin olmaması, bireylerin tercihlerini ve seçim olanaklarını da sınırlamaktadır. Bir konuda çeşitlilik yoksa seçim de yoktur. Bireylerin seçebileceği gerçek seçenekler yoksa her şeye rağmen yapılan seçimler de manipülatiftir. Ülkemizde medya izleyicileri, tekdüze enformasyon yelpazesinde, tavus kuşunun kuy-ruğundaki renk cümbüşünü görmekte olduğu yanılgısına kapılmış durumdadır.

         Türkiye’de yayın yapan televizyonlar arasında, bir rekabet varmış gibi gözükmektedir. Ancak yayınların içeriklerine baktığınızda, rekabet değil de, birbirlerini tekrarlayan yayınlar olduğunu görürsünüz.

         Gerçek anlamda çeşitlilikten uzak olan bu kitle iletişim araçlarında, açık bir “bilinç yönetiminin” yapıldığını görmeniz kaçınılmazdır. Bu konuda bakılması gereken en önemli nokta, kitle iletişim araçlarının özgür olup olmadıklarıdır. Kim tarafından, nasıl, hangi amaçlarla kontrol mekanizmasının kurulduğu ve yansımalarının neler olduğudur.

         Yukarıdaki soruları net ve yalın bir biçimde açıklayabilirsek “Medya Plurilazmi Miti” olmadığını da söyleyebiliriz.

Yayın Tarihi
04.02.2008
Bu makale 9009 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!