Başlığını arayan yazı

Hep imrenmişimdir…

Birincisi, iştahla yemek yedikleri halde kilo almayan hemcinslerime. İkincisi de, karar verme konusunda hiç zorlanmayan insan evladına.

Ne zor şeydir günü güne atmadan, beyniniz içinde nöron savaşları başlatmadan, lisede ki Matematik öğretmeninizin gözünü yaşartacak derecede öğrendiğiniz tüm olasılık, kombinasyon, permütasyon gibi muhtelif ilişkilendirmeleri kurmadan karar verebilmek.

Bu yazı da başlığını arıyor bu yüzden. Çünkü kaleme alanı, kelimelerinin kararsızlığı anlatması için uğraşıyor. Bunu en güzel şekilde anlatacak bir başlığa henüz karar veremedi kendisi.

Karar aşamasında ki tüm seçeneklerin, diğer tüm olası seçeneklerle olan tüm olası ilişkilerini kuran beynimiz, bu boyutta ki gelişmişliğine ve yaratıcılığına karşın, nasıl olurda bu denli zor alır kararlarını?

Duygular mı girer devreye?

Öyle ya bir kaplan avını gözüne kestirdiğinde kararını vermiştir çoktan. Duygusallaşıp acaba bu geyiği yersem annesi babası üzülür mü? Yemesem mi acaba? Demez sanırım. Ya da gözü açlıktan dönmüş aynı kaplan, acaba geyiği mi yesem yoksa şu güzel güzel meleyen kuzuyu mu? Onu yersem hazımsızlık çeker miyim? Bunu yersem kolesterolüm tavan yapar mı? Gibi sorularla boğuşmasa gerek karar anında. Ya da karar veremediğimiz her konuda danıştığımız gibi o da bir arkadaşını kahveye çağırıp, “sence” “sen ne yapardın” gibi soruları yöneltmiyordur sanırım. Benim beynimin nöron kapasitesi ile ben bu kararı veremiyorum, ama eminim bir fincan az telveli ama bol lokumlu olarak sunulan bu kahve fincanının terse dönmüş ve soğuması için bir yüzük ile buluşmuş bedeni, şimdi bana yol gösterecek. Beklentisi içine girmiyordur her halde.

Alman bir hemşirenin, çalıştığı hastanede çok zor bir görevi varmış; ölümü kesin olan hastaların son saatlerinde yanlarında olmak. Bu hemşire bu saatlerde tanık olduklarını, bir kitapta toplamış. Hastalarından dinlediğine göre bu insanların en büyük pişmanlıkları; başkalarının hayatlarını yaşamış olmalarıymış*!

Acaba birçoğumuz biz olamadığımız, özümüzden uzaklaştığımız, bize dayatılan, doğru kabul ettirilen hayatları kendi hayatımızmış gibi yaşamamızdan dolayı mı karar vermek de bu denli zorlanıyoruz? Etkisi var mıdır başkalarının hayatlarını yaşıyor olmamızın, kararsız kalışlarımıza?

Sizde yapar mısınız bilmem?

Karar verdiğimizde hep olanı yani seçtiğimizi değil, olmayanı yani tercih etmediğimiz seçeneğe odaklanmayı. Olmayan (tercih etmediğimiz) seçenek, baldan hallice gelir. Büyüdükçe büyür gözümüzde tatlandıkça tatlanır. Ben bu konuda maalesef pek bir başarılıyım.

Tam da o anda; yani bu muhteşem (!) başarımla, harikulade (!) bir cenderenin içerisinde, o karar senin, bu karar benimin sersemlettiği bir eda ile sağa sola yalpalarken…

Benim Nil*’den öğrendiğim, onun da Bach’ın bir kantatından duyduğu, “Ich habe genug” yani “Bende ki bana yeter” ifadesi, küçükken benden çok da haz etmeyen, cırtlak bir sesinin olduğunu hatırladığım lojman arkadaşımın, kocaman gri renkli taşı, kafama var gücü ile fırlatıp denk getirdiği anda ki gibi kendime gelmemi sağlıyor. Rahatlatıyor bu ifade beni karar verirken. Neye karar verirsem vereyim, bende ki bana yeter diyorum içimden.

Ah şimdi kim bilir neredesin cırtlak sesli kız! Neyse şimdi konumuz bu değil.

Seçtiğim yada seçmediğim tüm seçeneklerim, aldığım yada alamadığım tüm kararlarım. Size sesleniyorum…

Bende ki her şey bana yeter!

Deneyin, işe yarıyor…

*Karaibrahimgil, Nil (2015), Kelebeğin Hayat Sırları, 35.Baskı, Doğan Novus, İstanbul. (Hastane odası ve Bach alıntıları için bknz)

Yayın Tarihi
20.04.2016
Bu makale 1524 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!