Sayın Bahattin Yücel, bizim mesleğe gerçekten büyük emek vermiştir ve vermeye de yazılarıyla devam ediyor. TÜRSAB başkanlığından, turizm bakanlığına kadar uzanan yıllarda, sektörümüze hep lider olmaya çalıştı. Görüşleri sektör tarafından yakından izlenir. İzleyiciler arasında ben de varım. Geçen hafta yayınlanan “Doğru ile Gerçek” başlıklı yazıda “Türkiye'ye giren turist sayısındaki -az da olsa- artışa karşın, işlerin yolunda gitmeyişi. Hem doğruyu hem de gerçeği yansıtıyor” diyerek, turist giriş sayılarındaki çelişkileri vurguluyor. Örnek olarak, THY ile transit giren yolcuların sayıma dahil edilip, edilmediğini soruyor. Ama en önemlisi Suriye ile başlayan vizesiz giriş açılımının(!) Libya, Lübnan ile devam etmesinden duyduğu kaygıdır.
“BATI'DAN KOPAN, ADI TERÖRLE ANILAN ÜLKELERLE YAKINLAŞAN BİR DESTİNASYON İMAJI... Bir yanda eksen değiştirerek, Batı'dan koptuğuna ilişkin haber ve yorumların her geçen gün arttığı, toplumsal olaylar ve terörle anılan, Libya, Lübnan ve Suriye ile vizeyi kaldırmış, spora bile uluslararası düzeyde şike karıştırdığı öne sürülen bir destinasyon.”
Bence bu konuda Bahattin Ağabey yanılıyor. Öncelikle kendisinin de gönül verdiği turizm, tüm dünya insanları için değil midir? Biz turizmi aynı zamanda, dünyanın barış hareketi olarak tanımlamıyor muyuz? Otellerin havuzlarında yetmişiki milletin birlikte yüzmesi bizi mutlu eden örnek değil midir? Daha düne kadar, hatta bugün bile vizemiz olduğu halde Avrupa ülkelerine, ABD’ye girişte uğradığımız muamele, sadece sıradan vatandaşlara değil, diplomatik pasaporta sahip insanımıza rahatsızlık verince, buna “discrimination” demedik mi? Irk ayırımcılığına, millet ayırımcılığına “faşizm” diyerek ölesiye karşı çıkmadık mı?
Şimdi batının, bizi Suriye, Libya, Lübnan vatandaşlarının ülkemize vizesiz girmesinden terörle suçlamasını beklememiz doğru olur mu? Doğru olsa da gerçek olur mu?
Şimdi vereceğim örneklerden birincisi, haftalardır Avrupa gazete ve televizyonlarında tartışılan bir konu. İsviçre, ülke içinde yaşayan Müslümanlara ait camilerde minare yapılmasına “DUR” kampanyası başlattı ve referandum yapıyor. Topu, topu altı camide minare bulunuyormuş. Bu dünyanın en medeni(!) ülkesi olan İsviçre’de tren istasyonları, caddelerdeki bildord’ları silme kuşatan “haç şeklindeki İsviçre bayrağı üzerinde kara çarşaflı kadın, siyah minareler ve STOP” yazısı… Sabahtan akşama, TV programlarında yorumlar. Bu olayı bütün Avrupa ülkeleri TV kanallarında kısa veya uzun görmek mümkün. Bu görüşün, Avrupa topluluğunda genel kanı oluşturulması için sanki gizli bir el çalışıyor.
Bu referandumu, ayırımcılık ve insan haklarına aykırılık olarak suçlayan, birkaç sağduyulu Avrupalı bilim adamının haricinde, konuşanların büyük kısmı “İslam’ın din olmadığını ve bir ideoloji olduğunu” söylüyor. Yeniden bir İslamfobi fırtınası estiriliyor.
İkinci örnek; bu yıl Thanksgiving Day (Şükran Günü) ile Kurban Bayramı tarihleri çakıştı. Dünya’nın ünlü alışveriş internet sitesi Best Buy, her iki kutlamayı sitesine taşımış ve bunlar nedeniyle satışlarına özel indirim getirmiş. Site, takipçilerinin bir kısmından protesto yemiş. Müslümanların bayramının kutlanmasından dolayı, siteden alışveriş yapmayacaklarını iletmişler.
“Vay ya, vay be” diyenleri duyabiliyorum. Ayırımcılık “diskriminasyon-discrimination” dizboyu. Bu saydıklarım bugün orta yerde gözüken örnekler. Her geçen gün bunun boyutları artacak.
Ötekileştirme, ayırımcılık, 21 yüzyılın AIDS’den bile daha kötü ve hızla yayılan hastalığı. Turizmciler, bu menfur hastalıktan, ebedi uzak durması gereken kişilerdir.
Dünya insanlarının birlikte yakınlaşmalarını, birbirlerini anlayabilmelerini, barış içinde birlikte tatil geçirmeleri ancak turizm denen, sosyal boyutu, endüstri boyutundan daha ağır basan olgu sağlayabilir. Bahattin Ağabey umarım bana hak verir, kendisi yanılmıyordur, yanılan; yoruma açık olan “eksen değiştirme politikası” veya “kayıp yoktur” diye çarpıtılan sayılardır.
SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR