Ambulansta İki Hasta

Hemşire olarak görev yaptığım ilk yer Şereflikoçhisar Devlet Hastanesiydi.

İlçe; şehirlerarası trafiğin hayli yoğun olduğu bir anayolun kenarındaydı. Kilometrelerce dümdüz uzayan bu yolda sık sık trafik kazası olurdu

Kazazedeler bölgenin en büyük sağlık merkezi olan bu hastaneye getirilirdi. Durumu ağır olanlar Ankara’ya sevk edilir, kalanlar servislerde tedavi edilirdi. Bazen öyle çok yaralı getirilirdi ki acil personeli yetişemez, diğer hemşireler de yardıma koşardı.

Hastanemizin bir ambulansı vardı. İlçeden Almanya’ya çalışmaya giden yöre halkının armağanı olan bu ambulans, o zamanın şartlarına göre hayli donanımlıydı. Tüm çağrılara bu ambulans giderdi. Yoğun bakıma sevk edilen hastaların nakli de bu ambulansla yapılırdı.

Dahiliye servisinde çalışıyordum.  Çocuk Hastalıkları servisi de bizimle aynı kattaydı. Tek başımıza tuttuğumuz nöbetlerimizde iki servisten de sorumlu oluyorduk.

O Cumartesi yirmi dört saatlik bir nöbetten çıkmıştım. Lojmana geldiğimde öyle yorgundum ki yatar yatmaz uyumuşum. Sabaha karşı kulağıma gelen sesler nedeniyle uyandım. Arkadaşlarım fısıltıyla konuşuyorlar, bir taraftan da alelacele giyiniyorlardı. Anladığım kadarıyla acile çok sayıda hasta gelmiş, nöbetçi arkadaş yardım istemişti. Hemen yataktan fırladım. Aşağı indiğimizde tahminimizden çok daha kötü bir tabloyla karşılaştık. Her taraf inleyen, ağlayan, yardım isteyen yaralılarla doluydu. Söylenene göre, şehirlerarası yolda bir tır ve yolcu otobüsünün çarpışması sonucunda zincirleme bir kaza olmuştu. Ambulans ve polis araçları yeni yaralıları getirmeye devam ediyordu.

 Hepimiz dört koldan işe koyulduk. İlerleyen dakikalarda iki yaralının durumunun diğer hastalara oranla çok daha ağır olduğu anlaşıldı. Nöbetçi doktorumuz yaralıların sevkine karar verdi. Gerekli hazırlıklar yapıldı ve iki yaralı da ambulansa yerleştirildi. Tam o anda hastalara yol boyunca hangi hemşirenin refakat edeceği ile ilgili ufak bir sorun çıktı. Böyle durumlarda genellikle tecrübeli bir hemşire görevlendirilirdi ama o an bunun mümkün olmadığı ortadaydı. Nöbetçi doktorumuz bu sorunu nasıl çözeceğini araştırırken, gönüllü olduğumu söyledim. Başka zaman olsa benim gibi acemi bir hemşireye asla onay vermezdi. Ancak öyle büyük bir yaralı akını vardı ki mecburen ‘tamam’ dedi.

Üzerime aldığım bu görevde sorumluluklarımın farkındaydım. Her şeye hazırlıklıydım ya da öyle sanıyordum. Ancak, daha anayola bile çıkmadan nasıl bir durumla baş başa kaldığımı anlamıştım. İkisi de erkek olan hastalarımdan birinin batın içi kanama şüphesi vardı. Komadaydı. Diğer hastamın kafa travması vardı. Bilinci tam olarak yerinde değildi. Sürekli elini kolunu hareket ettiriyordu. Tutmaya çalıştığımda beni itiyor, serumunu veya başındaki sargıyı çıkarmaya çalışıyordu. Ellerini yakaladığımda ise ayaklarıyla havaya tekmeler savuruyor bir yandan da anlaşılmaz kelimeler mırıldanıyordu. Bir türlü sedyeye sabitleyemediğim hastamın, oksijen maskesi yana kaymış, başındaki bandajın dışına kan sızmaya başlamıştı. Ben onunla uğraşırken diğer hastam da ayılmış, benzer hareketleri yapmaya başlamıştı. Hangisine müdahale edeceğimi şaşırmış vaziyette, bir onu bir diğerini sabitlemeye çalışıyor, bir türlü başaramıyordum. Yaralı olmalarına rağmen fiziksel olarak benden çok güçlü iki erkek hastayla baş edemiyor gittikçe telaşlanıyordum.

Ambulans şoföründen yardım istemeyi düşündüm. Kar ve buzla kaplı karanlık bir yolda bir yandan siren çalıp son sürat yol alarak, bizi bir an önce Ankara’ya ulaştırmaya çalışan şoföre sesimi duyuramadım. İşin gittikçe çığırından çıkmaya başladığını görüyor ama bir türlü kontrol altına da alamıyordum. Kan ter içinde kalmıştım. Bu daracık alanda zavallı hastalarımın, sırf benim acemiliğim yüzünden ölebileceğini düşündükçe İçimden yükselen panik dalgasını bastırmakta güçlük çekiyordum. Bir şeyler yapıp durumu kontrol altına almalıydım ama ne yapacağımı bilmiyordum. Çaresizliğimin zirve yaptığı o anda birden durdum. Gözlerimi kapatıp kendi kendime seslendim; “Sakin ol Yıldız Hemşire. Başaracaksın!”  Sonra da mümkün olduğunca tatlı ama otoriter bir sesle hastalarıma seslendim; “Beyler lütfen yatağınıza dönün ve kıpırdamayın!”

Mucize gibi bir şey oldu. İki hastam da hareket etmeyi bıraktılar. Derhal ellerini ve ayaklarını sedyeye sabitledim. Serumlarını ve pansumanlarını yeniledim. Hayati fonksiyonlarını kontrol ederek notlarımı aldım. Ne zaman sussam yeniden hareketlenen hastalarıma iki saate yakın süren yolculuk boyunca masallar, fıkralar, anılar anlattım. İzlediğim filmlerden, kitaplardan söz ettim. Ankara Numune Hastanesi acil servisine girene kadar onlarla konuşmaya devam ettim.

Ambulans şoförümüz, neredeyse altı saat süren dönüş yolumuzun başında “Hemşire Hanım, iyi misiniz? Renginiz bembeyaz.” dedi. Aslında onun da benden aşağı kalır yanı yoktu. Yaralılarla yaşadığım her şeyi ona da anlatmak istedim ama son anda vazgeçtim. Bu benim mesleğimdeki ilk büyük sınavımdı. Başarmıştım! İçim mutlulukla doldu. Gülümsedim ve “İyiyim, hem de çok iyiyim” dedim.

Yayın Tarihi
24.04.2020
Bu makale 1634 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!