Geçen hafta akiller kentimize geldi. Akşam, yemekli
olan toplantıya davet edildim. Odalar ve Borsalar Birliğinden olduğunu söyleyen
görevliye “yemeğe kimler davetli” diye sordum. “Kanaat önderleri” dedi. Akillik,
kanaat önderi filan gibi sıfatlar son günlerde hayli riskli aslında!
Yemekte, vakıf ve dernek temsilcileri ağırlıklıydı. Ticaret
ve Sanayi Odası Başkanı Çetin Osman Budak, Meclis Başkanı İzzet Bayar, Borsa
Başkanı Ali Çandır da vardı.
Yemekten önce turizmcilerle, öğle saatlerinde de halka
açık toplantı yapılmıştı, basından izleyebildiğim kadarıyla. Yorgunlukları
yüzlerinden belli oluyordu. Akdeniz akiller heyetinin başkanı Rıfat
Hisarcıklıoğlu rahatsızlığı nedeniyle katılamamıştı. Sanatçı Lale Mansur başkanlık
ediyordu. Benim tanıdığım, Kadir İnanır, Muhsin Kızılkaya, Nihal Bengisu Karaca
vardı. Diğerlerini pek tanımıyordum.
Toplantıyı açtıklarında yorgun ve bezgin oldukları
gözleniyordu. Bizi dinlemek istediklerini ve görüşlerimizi iletmekle görevli
olduklarını altını çizerek söylüyorlardı ki bunun anlamı; “bize başkaca
sıfatlar yakıştırmayın, tepki göstermeyin” demekti. Belli yorgun düşmüşlerdi.
Hükümet yetkililerini eline geçiremeyen, otobüsler
dolusu öfkeli insan, bayrağı kapıp karşılarına geçiyordu. Toplantıda da, sürecin
destekçisi olan ve karşısında olanlar vardı ve seviyeli konuşmalar yapılmıştı. Benim
konuşmam, akilleri hayli rahatlattı. Hatta ileri gidip “Subaşı gibi gerçek
akillerin olduğu bir ülke barışı yakalayacaktır, umutlarımız arttı” şeklinde
iltifatlarına muhatap olmakla, akilliğin risklerini devralmış bulunuyordum!
Şahsımın konuşmasına karşılık övgüler aldığım sırada bir otobüs gelse ağır
suçlu sayılabilirdim! Hem kanaat önderi hem de gerçek akil oluvermiştim hem de suçsuz
yere!
Bu süreç ve sonuçları şu partiye mi yarar diğerine mi
umurumda değil! Kimsenin çok şey bildiğini de zannetmiyorum. Pazarlıklarla
detayların çözüldüğü kanaatinde de değilim.
Daha öncede yazmıştım; “deniz bitti!” Türkiye’de Türk,
Kürt bölünmesinin neredeyse imkansızlığı görüldü. Nafile kan dökmenin kimseye
yarar sağlamayacağı görüldü.
Suça bulaşmayanların evine dönme isteği, suça
bulaşanların barış sonrası af da gelir mi beklentisi ya da Güneyimizde oluşan
zengin Kürt bölgeleri ve topraklarında yaşama umutlarının belirmesi, dış etkenler vs nedenler hazırladı süreci. İktidarda riski
göze aldı.
Bu sürecin bu kadar somut sonuçları görüldükten ve
yaşandıktan sonra asker anaları ile dağdakilerin anaları bile bu sürecin peşini
bırakmaz başarıya ulaştırır.
Yol yanlış yöntem yanlış diye herkes istediğini
söyleyebilir, eleştirebilir, sorgulayabilir ama bu sürecin karşısına geçerek bu
sürece karınca kararınca hizmet etmek isteyenlere hakaretler yağdırmak, doğrusu
bunu anlaşılır bulmuyorum.
Şüphesiz karşının istekleri ve beklentileri var ama bu
istekler Türklüğe, Türkiye Cumhuriyetine karşı olabilir mi? Ya da bir vatan parçasını
vermek şeklinde cömertlik kimin haddine? Hangi iktidarın böyle yetkileri
olabilir?
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun
İzmir heyeti ile birlikte Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini ziyareti, bu
sürece, son günlerde yapılmış en büyük katkı olmuştur. İki kentin kucaklaşması,
partisinin politikasının gözden geçirilmesini de sağlayacaktır.