Adalet ve Hukuk

 

Eleştiri belki güzel bir şey değildir

ama gereklidir.

Ağrı ile aynı işi görür, zira ağrı da

vücutta bir arıza olduğunu haber verir.

 

 

            “Yaşamın kendisi adaletsizdir” diye düşünmek, adalet kavramı ile uyuşmaz. Adalet kavramına tarihsel süreç içinde baktığımızda, ilk çağlarda adalet kavramı varlığını günümüzden daha çok hissettiriyordu. Kadınlar kendi işlerini, erkekler de toplumsal yaşamdaki rollerini yerine getiriyorlardı. Toplumsal kurumların oluşmamış olması, ekonomik bir sistemin varlığını göstermemesi, insanların çatışmalarını ortaya çıkarmıyordu.

Toplumsallaşma, toplumsal kurum ve sistemlerin oluşturulması ile adalet kavramı sarsılmaya ve hatta giderek ortadan kalmaya başlamıştır. Oysa adalet, her insan için, her toplum için bir ihtiyaçtır. Eğer adalete ihtiyaç olmasaydı, kavram olarak da karşımıza çıkmazdı. Adalet, toplumsal yaşam içinde, iyiyi, güzeli, doğruyu ve barışı yaratır. Adaletsizlik ise, yaşamı içinden çıkılamaz noktalara götürür. Bugün toplumsal yaşamımızda düzensizlik, kendini geliştirememe görüyorsak ve insanlar yarınlarından endişe ediyorlarsa, bu durum adalet olgusunun yeterli ve güçlü bir biçimde kendisini gösterememesinden kaynaklanmaktadır.

         Adalet olgusu sadece ve sadece hukuk içinde anlam bulur. Hukukun dışında bir adalet arayışı, başta iktidarlar olmak üzere, adaleti dağıttığını zannedenleri yok eder.

         Kaderci bir anlayışta bile adaletsizliği tanrıya yükleyenler, adaletin kendilerine de yarar getirmeyeceğini düşünenlerdir.

         Hukuk, adaletin ortaya konmasının en temel aracıdır. Hukuk olmadan adaleti sağlamak olanaksızdır.

         Hukukun temel ilkeleri ve normları, toplumsal yarar gözetilerek oluşturulmalıdır. Bugün gelinen noktada, Avrupa Birliği ve ABD’nin bizlere sunduğu hukuksal normlar, her zaman işe yaramamaktadır. Bunun da temel nedeni, toplumsal yapımızın, ekonomimizin, kültürümüzün, sosyal ve siyasal yaşamımızın AB ve ABD toplumundan farklı olmasından kaynaklanmaktadır.

         Bize hak, hukuk ve adalet kavramlarını öğretmeye çalışan batı (Özellikle Avrupa ülkeleri), 19. ve 20. yüzyılların sömürgeci devletleri olarak tarihe geçmişlerdir. Kara Afrika’da ve Asya’da kan, gözyaşı ve sömürü ile elde ettikleri zenginlikleri, başta Türkiye olmak üzere, pek çok gelişmekte olan ülkelere rol model olarak sunabilmişlerdir. AB üyesi ülkelerin kan, gözyaşı ve şiddetle elde ettikleri sözüm ona demokrasisini, bugün Türkiye’nin önüne konulan insan hakları ve özgürlüklerin teminatı olarak göstermeleri biraz gülünç oluyor.

 

Biraz da genel kültür…

 

KRAT...
”KEÇİBOYNUZU”
nun Yunanca adı keration. İngilizce de carob,  Arapça da ise;
kırrat.
Keçiboynuzu tohumu yüzyıllar boyunca elmas ölçmek için kullanılmış.
Elmaslar keçiboynuzu tohumu ile tartılarak satılmış.  Bu yüzden keçiboynuzu,
kırat ya da karat denilen ölçüye adını vermiş.
PROFESÖR Dr. Aydın Akkaya şöyle yazıyor:
"Keçiboynuzu çekirdeği doğada ağırlığı değişmeyen tek tohumdur. Bütün
tohumlu bitkilerden yalnız keçiboynuzu uzun süre suda bekletildikten sonra
filiz verebilir. Bu hem çok kuruduğu ve meyvesinden çıktıktan sonra son ve
sabit ağırlığını aldığı için, hem de içine su alması olasılığının çok az ve
çok uzun zamana bağlı olduğu içindir.
Bu nedenle Araplar, Selçuklular ve Osmanlı döneminde ağırlık ölçüsü olarak
kullanılmıştır. Dört tanesi bir dirhem eder. Dirhem değişmekle birlikte 3
gr. ağırlığı temsil etmektedir. Satıcı iki dirhemlik bir şey satarken
(8
çekirdek)
lütfedip 1 çekirdek fazla tartarsa bu, malı alan kişinin itibarını
gösterir. Olağandan fazla giyinen, süslenen vb. kişilere de
"İki dirhem bir
çekirdek"
denmesi bundan kaynaklanmaktadır."

 

Cengizcicek2002@yahoo.com

Yayın Tarihi
15.07.2009
Bu makale 9230 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!