“Katilimiz Kim?”

Zor bir soru ve başlık ama sorulması gereken gerçek bir soru bu! 

 

"Katilimiz kim?" 

Tüm ulusumuzu yasa boğan Van depremi sonrasinda bir televizyon kanalında sunucu bu sözlerle açtı, programını. Sesi titriyordu, yüz ifadesi üzüntü duyduğunun kesin kanıtıydı, etkileyiciydi.

 

Ne yazık ki,  pek çok yerde yaşandığı gibi en son Van'da da pek çok insanımızın yaşamını kaybetmesine yol açan deprem felaketi, büyük bir dayanışma örneğine sahne olmuşsa da; bugünden sonra benzer acıların yaşanmayacağı garanti değil...  Aslında son bir kaç aydır bir kaç kez öldük. Artık reflekslerimiz ve tepkilerimiz eskisi kadar etkili ve canlı değil. Bir akıl tutulması yaşıyoruz ki, reflekslerimiz de tutulmuş görünüyor. Her ne olursa olsun gerçekler acı ve acıyla tekrar karşılaşmamak için gerekeli önlemleri alabilme yönünde kararlı olmak gerekiyor.

 

Van'ın zihnimizdeki güzel görüntüleri yerini, artık  malesef ya tamamen çökmüş ya da  birbirine yaslanmış binaların görüntülerine bıraktı! Canla başla çalışıp "her sese her nefese" ulaşmaya çalışan yardım ekipleri "enkaz altında umutla atan yüreklere ulaşmak, insanlarımızı kurtarmak" için olağanüstü gayret gösterdiler... 

 

Ve daha önceki felaketlerde de olduğu gibi; yine açıklamalarda  benzer konular ve en başta müteahhitler, belediyeler mercek altına alınıyor, eksik malzeme, zemin etüdü yetersizliği, yönetmeliklerin uygulanmaması ve benzeri konular öne çıkıyordu.

 

Bu kezde geçmişte  olduğu gibi hemen yıkılan veya çöken yapılar arasında yine kamu binaları  çoğunluktaydı. Bu yönüyle bile konu, üzerinde uzun tartışmalar ve yorum yapmak mümkün… Ancak çokça yapıldığı gibi sorgulamak ve ayrıntılarda kaybolmak yerine, aslında "Neden geçmişten ders alamadık?" sorusunun karşılığını bulmak gerekiyor.  Çünkü 17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde onsekizbinden fazla insanımızı kaybettik. Kayıplar bina yapım hatalarından ve ihmalden kaynaklanıyordu. Deprem sonrası yapım hatalarından çöken binaların müteahhitlerine yaklaşık 2100 dava açılmış, bu davalardan 1800'ü hukuki boşluklardan dolayı cezasız sonuçlanmış, kalan 300 davanın 110 kadarında ceza verilse de çoğu ertelenmişti. Bunun dışında kalan davalar ise 7.5 yıl geçmesi nedeniyle zaman aşımına uğramış ve bir bakıma kaçanlar ödüllendirilmişti. Görüldüğü gibi bir bakıma suçluyu koruyan zaman aşımı gibi uygulamalar, adeta "insan yaşamının karşılığını, 7.5 yıl adaletten kaçmak" olarak karara bağlamıştı. 

 

Pekala bugün değişen ne?

Ceza hukukçusu Doç.Dr.Yılmaz Yazıcıoğlu "Sorumsuz Sorumluların" ihmalleri ve hataları yanlışların tekrarına, devamına yol açıyor, diyor. Ülkemizde ceza adaletinin gerçekleşmemesi, yani suçluların cezalandırılmaması nedeniyle, ihmallerin ortaya çıkmakta olduğunu belirtiyor. Ancak özel şahısların kusuru yanında, hatta daha fazla usulsüz veya kaçak yapılara  ruhsat veren, elektrik ve su getiren belediyeler, ihmale göz yuman ve yönetmeliklerin uygulanmasını sağlamayan kamu görevlilerinin yasalar önünde sorumlu olduğunu belirtiyor. Ve bilinçli yani sonucunu bilerek  ölüme sebebiyet vermek nedeniyle ihmal ve kusuru olanların 32 ay ile 22,5 yıl ceza almalarının söz konusu olduğunu bildiriyor. 

 

Oysaki sorumsuz sorumluların ve suçluların zaman aşımından bir hak olarak yararlanması onlar için "en ucuz çözüm yolu" olarak mümkün görünüyor.  Doğrusu yazılmış karar ve yasa maddelerinin insafı ve vicdanı sorgulanamaz. Ancak; bunları yazanların insafının sorgulanması gerekir. 

,

Bu felaketin tek teselli edici tarafı olsa olsa bir kez daha özümüzde adeta genlerimizde kayıtlı bulunan, ancak olağanüstü durumlarda ortaya çıkan "toplumsal dayanışma ruhunun" tüm ülkeyi sarmasına yol açmış olmasıdır. Yine bu şekilde acıların paylaşılarak azalmasına yardımcı olmuştur. Ayrıca deprem yönetmeliğine uygun yapıların ve  TOKİ konutlarının sağlam kalması yine de alınan mühendislik ve müteahhitlik önlemlerinin somut olumlu sonuçlarını görmeye yardımcı olmuştur. Bu durum insanımızın devletin yaptığı konutlara ve Devlete güvenini artırmaya katkıda bulunmuştur da denilebilir.  Yine bu kapsamda devletin en yetkili ağızlarının geleceğe yönelik olarak umutlanmamızı sağlayacak kararlı mesajlar vermesi de önemlidir.  Belki de ilk kez bir Başbakanın güçlü bir şekilde yıkılan binalarda bir şekilde ihmali olan belediyeler, müteahhitler ve diğer sorumluların "cinayetle eşdeğer bir fiile neden olduklarını"  açıkça söyleyip, gerekenlerin yapılacağını ve hatalı yapıların yıkılıp yeniden yapılacağını kararlılıkla belirtmesi dikkate değerdir. Bu kapsamda Sayın Başbakan'ın kararlı bir şekilde toplumun gönlünden geçenleri yüksek sesle dile getirmiş ve hislerine tercüman olmuş olması insanımızın geleceğe daha umutla bakmasına yardımcı olmuştur, denilebilir.

 

Bu arada her ortamda az da olsa ortaya çıktığı gibi vicdanlarını kiraya vermiş veya dondurucuya kaldırmış fırsatçılar yardım çadırlarını satmak,  yağmalamak hele hele insanımıza yardım için koşan askere mayın tuzakları kurmak gibi eylemlere girişenler  toplum vicdanını bir kez daha derinden yaralamıştır. Bu sapkın davranışlar hangi zihniyetin ürünüdür?  bunu hangi ölçü birimi tartabilir ve hangi insanlık değeri bunu makul kabul edebilir? sozcuklerle ifade etmek mümkün değil.

 

Medya bilim dünyasını ne zamalarda hatırlar?

Medyanın bilim dünyasını hatırladığı anlar ne yazık ki daha çok felaket sonrası dönemler olarak görünüyor. Bir kez daha televizyonlarda her felaket sonrasında olduğu gibi bilim insanları doğal olarak en önemli konuklar durumunda. Süreç normalleştiğinde bilim insanları yine kendi birimlerine dönecekler araştırmaya devam edecekler, önemli bulgulara ulaşacaklar, ancak bu kez konjonktür gereği ilgi gösteren olmayacak...

Maalesef bu bir bakıma Bilimin kaderi. Bilim ihtiyaç duyulduğunda medya tarafından  talep edilir veya medya yöneticilerinin önceliklerine ve inisiyatifine bağlı olarak aranır, programlara çağırılır ve ne yazıkki sonrasında unutulur.  

 

Çözüm bilimi yaşama hakim kılmaktan geçiyor!
Bilimi sadece felaketler yaşandığında hatırlayıp, sonrasında rafa kaldırmadığımızda ve alışık olunan bu tutumu değiştirmediğimizde; yani her zaman bilimi öne alıp sorun çözmede vazgeçilmez bir anahtar olarak kullandığımızda; pek çok sorun felaket öncesinde konuşulabilecek, tartışılabilecek, öneriler sunulacak ve bunların hayat bulması sağlanacaktır. Böyle yapıldığında felaketin etkisi en düşük düzeye indirilebilecektir. 

O halde yapılacak olan bellidir, bilimsel bilgiyi öne alan anlayışı tüm yaşamımızda hakim kılmak...  

 

Sonuç olarak; yeni kentler kurulurken ve binalar yapılırken bilimsel verilere dayalı olarak ortaya konulmuş mühendislik bilgisinden her koşulda yararlanılmalıdır. 

 

Yıkılan ve çöken binalarda ihmali olanlar cezalandırılırken, sağlam ve dayanıklı binalara ruhsat veren, denetleyen ve yapım işini gerçekleştiren müteahhit ve firmaların ödüllendirilmesi üzerinde durulması da uygun olacaktır.  Bu şekilde  "doğru iş yapanın ödüllendirileceği, yanlış yapanınsa her koşulda cezalandırılacağı" düşüncesinin toplumda hakim olmasına katkıda bulunulacaktır. Bu ise özlenen yapının kurulmasına hizmet ederek "doğru ve iyinin yeniden toplumda yükselen değer” olarak kabul görmesini sağlayacaktır. Ayrıca benimsenecek olan bu tutum ve yaklaşımın “toplumda yeni bir zihin ve vicdan tazelemesine” yol açması da beklenmelidir.

Yayın Tarihi
05.11.2011
Bu makale 14892 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!