1915 için Adil Duruş

Yaklaşık elli ülkenin çocuklarının katılımıyla düzenlenen 23 Nisan Bayramı etkinliklerinin en akılda kalan bölümü, çocukların büyüklerin koltuğuna oturması ve açıklamalar yapmalarıdır. Bu yıl ise yani  23 Nisan 2014 tarihinin en akılda kalan konusu ise; Sayın Başbakan’ın 23 Nisan günü 24 Nisan’a yönelik açıklaması olmuştur, denilebilir. Öyleki 99 yıldan beri hep ötelenen, görülmek istenmeyen, sadece savunmayı yöntem kabul edinen, yeni yaklaşımlar üretilemeyen hayati bir konuda, Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasıyla anlamlı ve derinliği olan bir yaklaşım dünya gündemine sunuldu. Kuşkusuz bu açıklama, Türkiye’nin daha önce olmayan, düşünül(e)meyen  1915 üzerine yönelik yeni oluşturulan politikasının bir ürünüydü. Açıklama strateji yüklüydü ve  içerikse tesadüfen oluşmamıştı. Sayın Başbakan açıklamasında:
"... Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarının hangi din ve etnik kökenden olursa olsun,... milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğu yadsınamaz. Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar. …Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir. 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesi; çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürünün ve çağdaşlığın gereğidir...Tarihi meseleleri hukuki boyutlarıyla birlikte daha iyi anlamamız, kırgınlıkları yeniden dostluklara dönüştürmemiz mümkün olacaksa, farklı söylemlerin empati ve hoşgörüyle karşılanması ve bütün taraflardan benzer bir anlayışın beklenmesi tabiidir. ...Birinci Dünya Savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır. Bu acılı tarihe adil hafıza perspektifinden bakılması, insani ve ilmi bir sorumluluktur. Her din ve milletten milyonlarca insanın hayatını kaybettiği I. Dünya Savaşı esnasında, tehcir gibi gayr-ı insani sonuçlar doğuran hadiselerin yaşanmış olması, Türkler ile Ermeniler arasında duygudaşlık kurulmasına ve karşılıklı insani tutum ve davranışlar sergilenmesine engel olmamalıdır. Bugünün dünyasında tarihten husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek kabul edilebilir olmadığı gibi ortak geleceğimizin inşası bakımından hiçbir şekilde yararlı da değildir. Zamanın ruhu, anlaşmazlıklara rağmen konuşabilmeyi; karşıdakini dinleyerek anlamaya çalışmayı; uzlaşı yolları arayışlarını değerlendirmeyi; nefreti ayıplayıp saygı ve hoşgörüyü yüceltmeyi gerektirmektedir. Bu anlayışla biz Türkiye Cumhuriyeti olarak 1915 olaylarının bilimsel bir şekilde incelenmesi için ortak tarih komisyonu kurulması çağrısında bulunduk. Bu çağrı geçerliliğini korumaktadır. Türk, Ermeni ve uluslararası tarihçilerin yapacağı çalışma, 1915 olaylarının aydınlatılmasında ve tarihin doğru anlaşılmasında önemli bir rol oynayacaktır.”, diyerek dönemin koşullarına dikkat çekerek, yapılacak değerlendirmede bilimsel metodolojiyi adres gösteriyor.

Sayın Başbakan açıklamasını; “Bu çerçevede arşivlerimizi bütün araştırmacıların kullanımına açtık. Bugün arşivlerimizde bulunan yüzbinlerce belge, bütün tarihçilerin hizmetine sunulmaktadır. Türkiye, geleceğe güvenle bakan bir ülke olarak tarihin de doğru anlaşılması için ilmi ve kapsamlı çalışmaları her zaman desteklemiştir. Etnik ve dini kökeni ne olursa olsun yüzlerce yıl bir arada yaşamış, sanattan diplomasiye, devlet idaresinden ticarete kadar her alanda ortak değerler üretmiş Anadolu insanları, yeni bir gelecek inşa edebilecek imkân ve kabiliyetlere bugün de sahiptir. Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.", diyerek tarih birliğinden, diyalogdan, barış ve anlayışın geliştirilmesine yönelik önemli mesajlarla tamamlıyor.

Ne kadar Adil Bir Hafıza: 1915-2014
Onlarca yıldan beri her 24 Nisanda bir kabus gibi üzerimize gelen ve bir dönemin muhasebesini Türkiye Cumhuriyeti’nden sorma yarışına giren, ancak  24 Nisanı ve koşullarını rasyonel, adil insani ve vicdani bir  duruşla değerlendirmekten uzak,  bilinen matematik ve bilimsel metotlarla incelemeyi kabul etmeyen bir garip dünyaya karşı tek başımıza durmaya çalıştık durduk...
Öyleki Sayın Başbakan’ın yaptığı tarihi açıklamada Türkiye; tarafların (yada kendini taraf görenlerin) 1915 olaylarını ele alırken sadece adil insani ve adil vicdani bir duruşla ele almasını talep etmiyor, aynı zamanda “adil hafıza” telkiniyle de mevcut ezberlerin bir bakıma resetlenmesini(silinmesini) istiyor…
Konu aslında bu kadar basittir, bilimi ve bilimsel metotları yok sayarak yapılacak değerlendirmeler hissidir, subjektiftir, kasıtlıdır, adil insani ve adil vicdani duruşu bir kenara itmektir. Bu ise sadece bilim insanlarının değil toplumun bütününün vicdanen rahatsızlık duymasına yol açmıştır.
Geldiğimiz bu noktayı önemli görmek gerekiyor. Burada konuyla ilgili olarak üç yıl kadar önce Fransız parlamentosu'nda Ermeni kanun tasarısı görüşülürken ”Fransız Kalmak yada Kalmamak!” başlığıyla kaleme aldığımız (20.12.2011, http://www.antalyabugun.com/?page=makale&MID=14456) ve yazılı ve dijital medyada yayınlanan bir yazımızı da paylaşmak istedim. Yazımızda bazı saptamaların benzer olması bizim için önemli olmuştur. Söz konusu yazımızın bir bölümünde “Birinci Dünya Savaşı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, daha çok Osmanlı ve bakiyesinden doğan Türkiye Cumhuriyeti için önemli toprak ve insan kayıplarıyla sonuçlanmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu süreçte yaşanan 1915 olayları üzücüdür, yazık olmuştur. Acıyı paylaşmamaksa mümkün değildir.“, ifadesi yer almaktadır.  Yine yazının  “Türkiye ne yapmalı?”, bölümünü de önemli buluyorum ve bu nedenle aşağıda dikkatlerinize sunmak istedim.
Fransız Kalmak yada Kalmamak!
Fransız parlamentosu'nda Ermeni tarihi yeniden yazılırken tarihimizi karalama oylaması varmış, bana ne? Radyoyu televizyonu, interneti kapatır, gazete, dergi okumam olur biter! demek isterdim. Ama olmuyor… Aslında onlarca yıldan beri yani bugüne değin tam tersini yapıp maç sonucunu bekler gibi, senatolarda, parlementolarda yapılan oylamaları takip edip durduk. Bu durumun bir sağlıklılık belirtisi olmadığı açık…
Aynı basketbol maçında bir sayı önde iken, hakemin de yardımıyla maçın son 20 salisesinde serbest atış yüzdesi çok yüksek olan rakibe iki sayılık serbest atış hakkı(hediyesi) verilmesi gibi bir şey bu. Bunu kabul etmek zor… Dahası artık büyük çoğunluğun da kabul edemediği gibi ben de kabul edemiyorum.
Yıllardan beri son saniyede inisiyatifi karşı tarafa kaptırmış bir takımın eli kolu bağlanmış bir taraftarı psikolojisiyle çaresiz bir şekilde tezahürata devam ediyoruz. Ancak  yazıkki ritmi yükselmiş kalp atışlarımızın sesini kendimizden başka kimse duymuyor.  Bu ruh haliyle kaç kez  imza kampanyalarına katıldık, başkanlara, cumhurbaşkanlarına, dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletlere protesto mektupları gönderdik, durduk. Hatta bu konuda internetin yaygın olmadığı dönemlerde yani 1990'larda yine dönemin Fransız cumhurbaşkanına ve diğer ilgililere postayla mesajlar gönderdik. Yine Akdeniz Üniversitesi senatosu üyesi olarak görev yaptığımız dönemlerde de benzer içerikli metinlere imza koyduk.
Pekala ne oldu? Ne umduk, ne bulduk?  Onlarca yıldan beri milletten  yetki alanlar işin gereğini yerine getirmeye çalışsalar da, ne yazık ki sonuç alamadılar, dolayısıyla olumlu bir sonuç ve mesafe  alamadık.
Aslında hep senatolarında ve parlementolarında Türkiye aleyhine oylama yapanlar, usta bir satranç oyuncusu kararlılığıyla "ne yapmak istediklerine çoktan karar vermiş olarak“ hamle yapıyorlardı. Hatta parlementolarına yasa teklifi verenler ve kararlar çıkaranlar, olmayacağını bile bile  "çoban matı" yapmayı bile  denemişlerdi.  Esas hamleyi ise hamle yapamaz hale getirecekleri bir muhatap bulduklarında „şah“ ve „mat“ demek üzere hep sona bıraktılar.  

Kim fransız kaldı, öz-eleştirisi:  Sadece karşı tarafı eleştirmek yerine doğal olarak  öz-eleştiri de yapmak gerekiyor. Bu kapsamda Türkiye ne yazık ki uzun yıllar, 1915 olayları konusunu öteledi ve ilgili ilgisiz pek çok ülke bu konuyu kendi gündemlerinin ana konusuymuş gibi parlementolarında tartıştı, kararlar aldı. Böylece konu genelleştirildi ve konu sorun haline getirilerek,  kartopu gibi büyütüldü.
Sonuç olarak aslında gerekli girişimleri doğru araçlarla ve zamanında ele alamamamız nedeniyle konuya “fransız kaldık“ ve maalesef  Türkiye olarak biz de(bunun gibi benzer temel sorunları da uzun süre dondurucuya atıp bekleterek), bu sürecin aleyhimize dönmesine yardım ettik. Fransızlar gibi ne istediklerini bilenler ise; ısrarla süreci Türkiye aleyhine çevirme gayretlerine devam ettiler.
Ve bugün dile getirilen ve gösterilen tepkiler ve daha önemlisi açıklanan yaptırımlar konunun dondurucudan çıkarılmakta olduğunu gösteriyor.. Bugüne kadar yapılan çalışmalara ve tepkilere bakıldığında en etkili karşı önlemlerin tek vücut halinde dile getirildiği görülüyor. Ancak ne yazık ki, “top rakipte, rakip ise serbest atış çizgisinde ve son  20 salise“. Ve bu sonucu değiştirmeye yetmeyecek kadar kısa bir süre var. Bu nedenle  yapılacak tezahüratın etkili olması mümkün görünmüyor.
Fakat her ne olursa olsun konu bizimdir, bizim tarihimizle ilgilidir ve bunu inisiyatifi ele alarak bilimsel metodolojiyi kullanarak biz çözmek durumudayız.
Birinci Dünya Savaşı ve 1915:  Birinci Dünya Savaşı bir bütün olarak değerlendirildiğinde, daha çok Osmanlı ve bakiyesinden doğan Türkiye Cumhuriyeti için önemli toprak ve insan kayıplarıyla sonuçlanmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu süreçte yaşanan 1915 olayları üzücüdür, yazık olmuştur. Olmasa, en iyisi olurdu, ama ne yazık ki olmuştur. Acıyı paylaşmamaksa mümkün değildir.  1915 olaylarını ilk kez 1980'lerde Çukurova Üniversite öğrencisiyken Ord.Prof.Dr. Cemal Kutay'dan, sonra Prof.Dr.Türkkaya Ataöv'den, son olarak ise Prof.Dr. Anıl Çeçen'den dinlemiştim. Bu önemli isimlerin ortak noktası, tarihin bilimsel metotlarla ele alınmasına olan inançlarıydı, hatırladığım bu... Zaten tarihi bilimsel metotla ele almak için olanak varsa ve buna sırt dönülüyorsa, niyetin samimi olmadığı açığa çıkar.

Tarihi Bilimle Açıklamak: Bilim bilim için yapıldığı kadar, toplum için de yapılır, özellikle bu ve benzer tarihi sorunların çözümlenmesinde bilimden başka çıkış yolu aramak yanlıştır. Tarihi bilimsel metotla ele almak için olanak varken, buna sırt dönülüyorsa, bu aslında niyetin samimi olmadığının kanıtıdır. 1789 devrimini yapan bir ulusun temsilcilerinin; gerçeğe, bilime ve hakka prim vermesi beklenirken, gerçeklere bu kadar "fransız kalmaları" özel olarak araştırmaya değerdir.
Ortaçağ dönemi karanlığını geçeli çok zaman olmasına rağmen, hala ortaçağ önermeleriyle sonuç almak isteyenler, ne yazıkki bilime de saygı göstermediklerini gözler önüne sergiliyorlar.
Bilimsel metodolojiyi kim dışlıyorsa yanlı (subjektif) olmayı da kabul ediyor, demektir. Yanlı kararlar alanlar ise çıkara dayalı tavırlarını açıkça ortaya koyuyorlar, demektir ...
Bizler ise herşeyin ötesinde bilim insanı duyarlılığıyla haksız ithamların ve kararların karşısında olmak durumundayız. Olmasak biz de yokuz demektir ki, durum böyleyse başkalarının bizim yerimizi alma zamanı gelmiştir, demektir. O halde ya sahneden inmek ya da haksızlığa karşı koymak gibi bir zorunluluğumuz olmalıdır.

Türkiye ne yapmalı?
Türkiye bu alanda "HER ŞEYE RAĞMEN BİLİM" yaklaşımıyla ÇALIŞMALI, HAKSIZLIĞA KARŞI MÜCADELE ETMELİ GERÇEKLERİ GÜN YÜZÜNE ÇIKARMAK yönünde  İngiliz Profesör Bernard Lewis gibi saygın yabancı tarihçi ve bilim insanlarından da yararlanmalıdır. Bir yabancı futbol teknik direktörüne yıllık bir kaç milyon avro ödeyebilen bir ülke, önemli fonlar sağlayarak kapılarını yabancı tarih bilim insanlarına da açabilecek güçte ve yetenektedir.  Bu kapsamda bugünlerde önemli açıklamalar yapan özel sektör ve TÜSİAD gibi sivil toplum kuruluşları da burada rol alabilir, hatta almalıdır. Bu kapsamda kamu ve özel sektör kuruluşları yanında sivil toplum kuruluşları da bilimsel metodolojiyi esas alarak uzmanlık masaları kurabilirler, bunların çeşitli fon kaynaklarıyla desteklenmesi sağlanabilir ve akademik kürsüler haline dönüştürülerek etkili olmaları yönünde teşvik edilebilir.
 
Yine uluslararası bilimsel işbirlikleri geliştirilebilir. Dahası bu işi hakkıyla yapacak müthiş bir insan kaynağımız ve bilim insanı potansiyelimiz olduğu da dikkate alınarak, uygun kaynak tahsisiyle ve bunun etkin kullanımıyla sorunu çözmek yönünde inisiyatif almak ve geliştirmek mümkün olabilir.
 
Sonuç olarak mücadele uzun vadelidir. Çok kısa, kısa, orta ve uzun dönemli stratejiler  ve buradan hareketle bu ve benzer temel alanlara yönelik doğru politikalar geliştirme zorunluluğumuz var.  Yoksa bizim çocuklarımız da ne yazık ki “eğitim sistemimizin kazandıramadığı bilinçle“ bizden daha fazla konuya “fransız kalabilirler, ki bu durum “dayatmaları kabullenmekle“ sonuçlanabilir.
Buna göre konuyla doğrudan ilgili görevi olan Tarihçiler, Dışişleri Bakanlığı ve diğer ilgililer yüksek düzeyde performansla konuyu 365 gün 24 saat çalışmalıdır... Ancak bu şekilde hariçten gazel okuyanlara, önce tarihe bilim penceresinden bakılması gerektiği düşüncesini kabul ettirerek ve dolayısıyla gazel okumanın kurallarını öğreterek, nasıl gazel okunabileceği dersini bilimsel veriler ışığında vermek gerekir. Çok kısa dönemde ise yani bugün ve yakın gelecekte mütekabiliyet ile karşılık verilmek gerekir.

Yayın Tarihi
25.04.2014
Bu makale 7596 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!