1947

 

“Akseki Şahinler Lisesi çatısı, onarım sırasında, pürmüz lambasından çıkan kıvılcımdan çıkan yangın sonucu kül oldu… ”  Boy boy resimli metinlerle duyuruldu, bu üzücü haber gazetelerde… “Yüreğimiz yandı…” diye sıradan, klise bir söz var ya;  öylesine bir etki bıraktı, bir çok okurda; ama, geçmişi ve okulun yapılışını bilenler için, sıradan bir kayıp değildi, kül olan…

 

Antalya’da, Hürriyet Gazetesi yazarlarından Sn. Alper Beyaz, bu üzücü olayı, yangın södürme çabalarındaki amatörlüğü ele alıp, eleştiren; “tişörtlü itfaiyeci olur mu?” başlığı altında, uyarıcı ve açıklayıcıyı, değerli yazılarına başlarken; “Aksekililer zengin, yine yaparlar.” anlatımları üzerine, okulun öyküsünü Sizlerle paylaşma gereği duydum.

Bakmayın Siz, merkezi İzmir’de olan, Akseki Ticaret Bankası’nın, Cumhuriyetin kuruluşundan birkaç yıl sonra, 1927 yılında kurulup, şubeler açılışına… Henüz,  harf yeniliği yapılmadığı için, Bankanın kumbaralarının üzerinde, ay yıldız içine; “Muktesit muhtaç olamaz.” yazısının bulunduğuna… Savaştan çıkmış, yurt yangın yeri, millet fakr-ü zaruret içinde; ama, yaşamın ve ticaretin vazgeçilmez aracı para; O da vatandaşta yok… 322 ortaklı Akseki Ticaret Bankasına ortaklık için, sembolik katkının yeterliliğine rağmen, Akseki merkezden ancak, iki  ortak kaydı yapıldığını görüyoruz.

Büyük Atatürk, Akseki Askeri Birliğinin Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı şehitlerinin ailelerine ve gazilere Alanya Marazlı (Yeşilköy-Okurcalar) kıyılarındaki devlet arazilerinden tahsislerin yapılmasını emir buyurdularsa da, o günün koşullarında araziler değerlendirilememiş, sembolik getirilerinden yararlanılabilmiş; yeterli tarım alanı bulunmayan kasaba halkı, yemenici (Ayakkabıcı), semerci ve bakırcı-kalaycılık mesleklerini, yaz aylarında icra ettikleri, Konya köy ve kasabalarında çalışarak geçimlerini sürdürmeye çalışmaktaydılar. Kasabada ortaokul bulunmadığı için,  İlk mektebi bitiren çocuklarını parasal imkânları olan aileler ancak okumaya gönderebiliyorlar; diğerleri, “işlemeye giden” ustaların yanına çırak olarak veriyorlar, çocuklarının zanaat öğrenmelerini istiyorlardı. Zaman içinde,   daha ucuza alınabilen fabrikasyon ürünler nedeniyle, Aksekili  zanaatkarların iş gücüne olan talep de azaldı. Zanaat “altın bilezik” olmaktan çıktı. Sonuç olarak, 1940 yılların başlarında, ilçeden ve köylerden göçler başladı. Bu durum, Antalya Millet Vekili Rasih Hoca’yı ve kardeşi Akseki Belediye Başkanı Gani Şatıroğlu’nu çok üzüyor, çareler aranıyordu. İlçede dokumacılığı özendirecek Kooperatif kurulması ve bir Ortaokul açılması için girişimlerde bulundular.

Ablamın elimden tutup, annemin ekmek karnesinden kopardığı pul ile ekmek kuyruğuna girdiğimiz İkinci Dünya Savaşının kıtlık yıllarında, Dokumacılar Kooperatifi Akseki halkının kurtarıcısı oldu. Her evde, günün her saatinde dokuma çukurlarını boş bırakmayan, nöbetleşe  bez, kaput dokuyan kızlar, kadınlar evlerini yoksulluktan kurtardılar. 52 köyünde ilkokulu bulunan, okumanın-yazmanın değerini bilen Akseki’de ortaokul bulunmasının yöreye büyük yararlar sağlayacağının bilinciyle, Belediye Başkanı ve arkadaşları “Ortaokul Yaptırma Derneği” kurdular. Ortaokul yeri için, ulusal bayramların kutlandığı, içinde  tarih kitaplarında resimlerini gördüğümüz Dumlupınar Zafer Anıtına benzeyen, bayrak direği de olan yapının bulunduğu, eski “harman yeri” uygun bulunmuştu. Girişim, büyük bir heyecan yaratmıştı. Derneğe gelir sağlaması için, Akseki’de ilk kez rastlanan, ödüllü yağlı güreş etkinliği düzenlenmiş, henüz ilkokula başlamadığım günlerde, harman yerindeki büyük çam ve sedir ağaçlarının altında bulunan kazanlardan avuçlayarak vücutlarına sıvı yağ süren pehlivanların davranışlarını ilgiyle izlemiştim.

Ortaokulun temeli, Harman yerinde, kuzeyden güneye doğru kazıldı. Yığma olarak yapımına başlanılan büyük bina için gerekli taş, yakınındaki kayadan, barut ile patlatılarak sağlanıyordu. İmeceden de öte, herkes yapıya katkı sağlama çabası içindeydi. Henüz ilkokula başladığım o günlerde, öğretmenlerimiz tüm okul öğrencilerini inşaat alanına götürmüşler, iki sıra durumunda dizilmemizi, elden ele vererek taşların iletilmesinin sağlandığını anımsıyorum; üst sınıfların daha iri taşları, biz küçüklerin küçük taşların taşınmasından dahi yarar umulduğunu da…

İlkokulu bitiren dayımın öğrenimini sürdürmesi için Antalya’ya gönderen Dedem Mahmut Hoca, o yıllarda Akseki Boğaz Mahallesinin hem muhtarı, hem de cami hocasıydı; her iki görevini de aylık almadan, severek yürütüyordu. Aynı işleri yürüten, diğer cami hocaları mahalle halkından toplanan ücreti alır, muhtarlar da kendilerinden talep edilen  resmi belgeleri mühürlerken birkaç lira ücret alırlardı. Dedem, seferberlik yıllarında Askerlik Şubesi Kâtipliği görevini sürdürmüş, Orman Müdürlüğünde kâtiplikten sonra da, Aksekimizin kuzey köylerinde yeni harfler öğreterek muallimlik yapmış, devlet görevlerini tamamladığını düşündüğünde, hizmetlerini toplatarak emekli olmasını önerenlere de; “Devlet benden daha mı zengin…” deyip, ücretsiz Cami Hocalığında karar kılmış; 4-5 kilo ağırlığındaki tarağını sürekli kaldırıp-indirerek çul dokuyan Anneannem de, kendisine destek oluyordu.

Orman Katipliğinde iken, kendisine yapılan küçük ikramları dahi kabûl etmediği için, arkadaşlarının; “Saf Mahmut Hoca” diye hitap ettikleri Dedemden ayrıntılı söz etmemin nedeni, Ortaokul ile ilgili  eşiyle arasında geçen bir konuşmaya tanık olmamdandır.

Mahalle Muhtarlığı ve Cami Hocalığından aylık almayan Dedem, atları çok sevdiği için, baba mesleği saraçlıktan kalan yeteneğiyle, at koşum takımları yapar; iki dönümlük bağın bakımı boş zamanlarını doldurur, konak sayılacak büyük evin hayat’ındaki iki attan başka, sayıları otuza varan koyun-keçi küçük baş hayvanların getirileriyle, Anneannemin keçi kılını eğirip, dokuduğu çul kanatları evin geçimini karşıladığı gibi, tek Oğul Antalya’da lise öğreniminden sonra Veterinerlik Mesleğini kazanması sağlanmış, ailenin büyük kızı eşi ve çocuklarıyla Manisa’ya göçmüşlerdi.  FİFA Kokartlı Futbol Hakemi, Manisa’da, “Ertuğrul Dilek Spor Tesisleri” adıyla anılan, Büyük Teyzemin Oğlundan duyduğuma göre  göç tarihi, Büyük Atatürk’ün ölümüyle ilgili sirenlerin çalması anlatımıyla belirleniyor. İki yıl öncesi de, Annemin evlenerek yuvadan ayrılmasından sonra, henüz ilkokulu bitiren küçük kızlarıyla birlikte yaşayan Dedem ve Anneannem, huzurlu, onurlu ve mütevazı yaşamlarını sürdürmekteydiler.

 Ortaokul inşaatına başlandığı günlerde; Dedem;

-Hanım, biliyorsun, Ortaokul yapılacak. O biriktirdiğimiz 50 Lirayı bağışlayalım mı?

-Birikmiş tek paramız O para… İyi günde, kötü günde lâzım olmaz mı, Hoca?

-Bu fırsat kaçar mı Hanım. Hatırlasan ya, oğlumuzu Antalya’ya gönderirken az mı ağladın; O da az mı ağladı? Bundan sonra kimse ağlamayacak, ana kuzuları baba ocağında, okumaya devam edecekler, bizde, bu hayırlı hizmetin içinde olalım… dedi.

 Paranın bağışlanması kararının alındığı konuşmayı, bu günkü gibi anımsıyorum.

Bu ve benzeri, küçük-büyük yüzlerce  özverili bağış ve çabalarla, Akseki dışındaki hemşerilerimizin de destekleriyle yapı yükselmeye başlamıştı. Yapı, arazideki eğim ve konumuna göre, Kuzeyde iki katlı, güneyde üç kat olarak gerçekleşti.

Ege Bölgesinde Akseki Ticaret Bankası kuruluşu 1927…  Yirmi yıl sonra, çevresindeki ilçelerde henüz ortaokul bulunmazken, AKSEKİ ORTAOKULU’nun açılış tarihi, 1947 yılının Kasım ayı oldu. Yazımın başına koyduğum 1947, bu olayın tarihini vurgulamak için elbette…

Okulun açılışı, yörenin en büyük olayı idi. Komşu ilçelerden, Seydişehir’den, Manavgat’dan, Alanya’dan, Serik’ten, adlarını bugün dahi anımsadığım öğrenciler geldiler; ev kiralayanlar veya yaşlı kadınların yanında barınarak okuyanlar oldu. Çok değerli öğretmenler atanmıştı okula; hemen hemen her branşın öğretmeni vardı. Bir kaç yıl önce ilkokulu bitirip, öğrenimine devam edemeyen öğrencilerden başka, kayıt için yaşı uygun olmayanların, “Ağabeyim öldükten sonra, babam kaydını sildirmemiş; O’nun nüfus cüzdanını kullanmışım.” mazbatalarıyla yaşını küçültenler dahi oldu. Okulun açılışından kısa bir süre sonra, üst kattaki büyük salonun sahnesinde  sergilenen oyunları, tüm ilkokul ve halk izliyor, etkinlikler arkası arkasına sürüyor, ilçedeki bu sosyal iletişim, çarşıya, pazara da yansıyordu.  

Yapının girişi ve çift kapılı portal kapısının solunda, okul müdürü lojmanı vardı. Girişte ilk göze çarpan, Resim Öğretmeni Ekrem Altınay’ın, aslına uygun olarak yaptığı, “Ülkücü Öğretmen” kitabında da bulunan, Grogori Petrof’un ünlü tablosu, yoksul, çoban bir gencin, okuma ortamı bulmuş sınıftaki çocuklara imrenerek bakan tablosu da, imrenilerek bakılacak türdendi; üst kattaki Kanada da bir göl tablosu da… Giriş kattaki üç derslik ve devamındaki laboratuar, kütüphane girişlerindeki koridor, baştan başa pencerelerden gelen ışıkla aydınlanıyordu. Kapı ve pencerelerin, ahşabın maviye çalan gri yağlıboyaları, geniş mekânlarıyla yeni okul, hayranlık uyandırıyordu.  Üst kata çıkan merdiven altındaki; “Parasını koy,İstediğini al.” Yazılı, cam çerçeveli, içinde öğrenci gereçleri, kalem-defter bulunan, üst kata çıkarken göze çarpan okul kooperatifi bölümü ilginçti. Merdiven başındaki geniş alanın karşısında, tiyatro sahnesinin bulunduğu salon, sola dönüldüğünde müdür, yardımcısı, yönetici, kâtip, öğretmen odalarıyla görkemli bir okul kazanmıştı, Akseki…

Ortaokul’un öğrenime başlamasıyla, Akseki, “Aksekililiğini göstermiş” oldu… “Aksekililer dayanışma içinde, büyük işler başarır. Aksekililer yardımlaşmayı sever.” İmajı pekişti. Ortaokul, yöre halkına bir özgüven ve saygınlık kazandırdı. O yokluk günlerinde Akseki halkı, geleceğe umutla bakmaya başladı. Ortaokula atanan öğretmenler, ilkokulun yakalı öğrencilerinden çok farklı, kız ve erkek ortaokul öğrencileri sarı şeritli lacivert şapkaları, kravatlarıyla ilçeye renk katmışlar, hareket getirmişlerdi.

( 1947 sonrası Akseki Ortaokulu’nu ikinci yazımda anlatmanın daha uygun olacağını düşünüyorum. İlginize teşekkürlerimle…)

Saygı ve sevgilerimle…

Yayın Tarihi
23.07.2016
Bu makale 4101 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Ne güzel anlatmışsın sevgili dost! Severek sevinerek okudum. Ellerine sağlık!.. Ve dedeni tanımış oldum ki, İbrahim Ekmekçi'nin dedesi de öyle bir insan olabilirdi ancak. Akseki Dokuma Kooperatifinin eli bizim Gödene'ye kadar uzanmıştı. Dahası bizim eve kadar... Nasıl mı? Sözgelişi evimizde kooperatifin verdiği dokuma tezgâhı vardı. Mevlüt Amcam ve eşi kaput dokur, bez dokurdu o tezgâhta. !950'lere kadar... Ve elbette bu emeğe karşılık üç-beş kururş geçerdi ellerine. Devam dostum, devam lütfen!

Hüseyin Erkan 25.07.2016

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!